16 Haziran 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP ÜSTÜNİPEK"

 

                                                        


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema ve Televizyon okumaya nasıl karar verdiniz?

Çocukluğum Küçükyalı’daki açık sinemada geçti. İpek Sineması babamın ailesinindi ve yaz aylarında hep o açık sinemadaydım. Benim için sinema büyülü bir masal dünyasıydı ve meslek seçme vakti geldiğinde başka bir ilgi alanı yoktu çevremde. Üniversite yıllarım 80’lerin başına denk geliyor; İnternet yok, Televizyon bile yeni yeni gelişiyor, sinemayla ilgili yayın- kitap sayılı… Eğitim almak için Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Tv Ana bilim dalı sınavlarına girdim o zamanlar yetenek sınavlarıyla kabul ediliyordu öğrenci. Kazanıp devam ettim…

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Kısa film aslında çok seçerek yöneldiğim bir kulvar değil. İlk kısa filmlerimi okulda sınavlar kısa filmlerle verildiği için çektim. Sonra öğrencilerimle atölyeler yaptım ve önce ben bir film çekip onları sete alıştırıyor sonra onların kendi setlerini kurmalarını gözlemliyordum o sırada da kısa filmlerim oldu. Hatta bazı atölye filmleri ödüller aldı. Kısa film benim için çok iyi bir saha araştırması. Mesela bir görsel çözümleme düşündüğümde önce bir kısa filmle oluyor mu nasıl daha iyi olur araştırmasını yapabiliyorum. Ya da bir senaryo geliyor diyelim aklıma kısa bir test çekmek istediğimde kısa bir filme dönüşüyor. Ama kendim için kısa film yönetmeniyim diyebilir miyim bilmiyorum. Bir şeyleri uzun uzadıya anlatmayı daha çok seviyorum ve aslında bu çok daha kolay. Kısa filmde bir olguyu kısacık bir zamanda anlatmak her zaman daha zor gelir bana.

- İlk kısa filminizi çekerken neler yaşadınız, hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?    

Oldukça uzun zaman geçti üstünden ama dün gibi aklımda ilk kısa filmim. Atölye ödevimdi ve okulun stüdyosunda çekmek zorundaydık. O dönemin cihazları ağır ve pahalıydı o nedenle okul içinde çekim yapmayı tercih ederdik. Sınıf arkadaşlarım set ekibiydi ve dönüşümlü olarak herkes birbirinin setinde çalışırdı. Ekip ve ekipman kolayca sağlanmış olsa da dekor için ve oyuncu için çok çabaladığımı hatırlıyorum. Atmosfer önemliydi, boş ve soğuk bir stüdyoyu canlı bir yaşam ortamına çevirmemiz gerekiyordu. Kamyonetle eşya taşımıştık stüdyoya. Oyuncuyla günlerce çalışmıştım. Ve tabii post şimdi olduğu gibi bir laptop ile halledilemiyordu. 16mm film üzerine kayıt almıştık ve kurgu masası da yine okuldaydı. Sanırım şimdi film çekmek çok kolaylaştı. Ama şu var ki film çekme süreci hala maliyetli.

                                                            


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Ben öğretim üyesiyken bazı jürilerde yer aldım ve kısa filme bakış açımızı hem kısa film üreten hem de kısa film değerlendiren biri gözünden anlatabilirim. Bana göre kısa film üreten biri alabildiğine özgür olmalı. Anlattığı konuyu ya da anlatış biçimini kısıtlayacak bir şeyler olmamalı ama ister istemez bir oto sansür çıkıyor karşınıza. Kısa film için bu özellikle çok daha fazla yaşanıyor bence çünkü fikir açık olmalı, kısaca seyirciye geçmeli, çarpıcılığı apaçık olmalı. Dolambaçlı yoldan anlatmaya çok vakit bırakmıyor. Bu da ister istemez üretim aşamasında sizi kısıtlıyor. Dahası ülkemizde seyircinin algısı hala kısa film için yeterince açık gelmiyor bana. Kısa film izleyicilerinden hatta zaman zaman jüri içinden bile en çok duyduğum cümle “eee ne anlattı şimdi bu film?” oluyor. Evet, görsel bir çağdayız her yerde videolar uçuşuyor ama görsel algımız ne kadar açık? Sembol kullanımı yapabiliyor muyuz? Ya da semboller anlaşılır mı kaygısı yaşıyor muyuz? Bunları sorgulamak gerek.

Türk sinema tarihi içinde kısa filmler tabii ki yer almalı ama kamu spotu tadında olanları ayrıştırırsak sayı çok fazla değil. Oysa her yıl yüzlerce sinematik değeri olan kısa film üretilmesi gerek diye düşünüyorum çünkü ancak o zaman sinema içinde kısa filmin de yeri olur kuşkusuz. Ancak sinemamız hala uzun metraj- belgesel- deneysel- animasyon ya da kısa film olsun yeterli sayıda etkili sinematik üretim yapamıyor benim fikrimce. Ne yapılmalı derseniz orası oldukça karışık ve uzun bir konu J

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

En basit haliyle şunu söylemek mümkün; bazı ülkelerde kısa film üreterek geçiminizi sağlayabilir bunu bir meslek olarak görebilirsiniz. Video art çekerek sergi açabilirsiniz işiniz sadece bu olur. Evet Türkiye için de bu tarz çalışan kişilerden ya da video art sergileyen çok sınırlı sayıda yerden söz edebiliriz. Ama Türkiye’de ben kısa filmden geçimimi sağlıyorum başka iş yapmama gerek yok diyen kaç kişi ile tanıştınız?

Ben yıllardır hep gözlemlediğim bir konudan bahsedeyim size; insanlar her zaman bu işi çok küçümsedi, gerek izleyici gerekse mesleği sinema olmayıp da bir şekilde bu işlere bulaşan herkes kolaycı yollarla yaklaştı film işine. Oysa bir filmi proje aşamasından başlayıp izlenir hale getirmek için yaşanan oldukça zorlu bir süreç vardır. Hakkıyla uygulanmış bir proje her zaman çok çaba, çok para ve çok zaman alır. Oysa bu işin içinden olmayanlar için “oh ne güzel ünlüler çevrenizde, yapıp koyuyorsunuz, tonla para kazanıyorsunuz. “ yaklaşımı var. Buna hep çok üzülmüşümdür, ama gerçek hala bu maalesef. İşte bu yaklaşım düzelirse kısa film de hakkettiği değeri bulacaktır.

-Uzun metraj, belgesel, yönetmenliği, senaryo, program yönetmenliği gibi sinema alanında farklı kollarda çalışmalarınız var. Kısa filmin meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? Uzun metraj için bir aşama olarak görüyor musunuz kısa filmi veya öyle değerlendirilmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Burada sadece kendi adıma konuşabilirim. Evet, benim için kısa film bir araştırma alanı olmak için çok uygun. Uzun metraj film çekmeden önce ona dair emin olmak istediğim bir şeyler varsa kısa film benim için uygulama alanı gibi. Ama şu da bir gerçek ki kısa film de çaba- zaman ve para gerektiriyor dolayısıyla onu da hakkıyla yapmak ve kısa film değerlendirmesi sınırları içinde bir çalışmayı uygulamak için elimden geleni yapıyorum. Öyle olduğu zaman içime siniyor. Ama şöyle bir fikir geldi aklıma bu kısa film olur dediğim konular da oldu ve kısa film olarak da değerlendirdik.

-Senaryolarınızın çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Sanırım ben daha çok çevre ile ilgili yazmayı seviyorum. Kısa film için çekici ve çarpıcı geliyor bu konu bana. Onun dışında sanırım kişilik özelliğimden kaynaklı daha içsel derinliği olan karanlık konular gelir hep aklıma. Örneğin komedi yazamıyorum o sanırım bambaşka bir yetenek.

-Radyo Televizyon bölümümde eğitmenlik yapıyorsunuz. Gençlerin kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gençler kısa olanı seyretmeye daha yatkın. Çabuk sıkılıyorlar, örneklemeler ve ayrıntılara boğulmak istemiyorlar, kısa kısa izlemeye sosyal medya yüzünden daha alışıklar ve algıları reklam filmi gibi kısa, ritmik ve cazip görsellere çok açık. Dolayısıyla beni çoğu zaman çok şaşırtan saptamaları olmuştur. Şu bir gerçek onlar görsel çağın çocukları ve kısa film izlerken de çok açık fikirli ve yorumlarıyla cesur olabiliyorlar. Ha bu arada her yanlışı da çok çabuk yakalıyor ve pek acımasız olabiliyorlar.

 -Sizi etkileyen, sinema alanında öğrencilerinize de seyretmelerini önerdiğiniz yönetmenler, filmler var mı?

Kısa filmleri zaten derslerde de sık sık izlemişizdir ama uzun metraj için onlara sık sık film öneririm. Çok fazla film var benim hayatımda, her gün iki film izliyorum ve bu öneriler de tabii sürekli güncelleniyor. Ama mesela İran Sineması, yeni akım Alman Sineması, Latin Meksika- İspanya Sineması bunlar önemli. Özellikle İran Sineması... Filmler ve yönetmenlere girersek çok uzun listeler oluşabilir. Ama öğrencilerime önerdiğim üç yönetmen Kim Ki-Duk, Krzysztof Kieslowski, Majid Majidi gibi isimler olabilir. Evet, bu yönetmenlerin filmlerini izlemek zordur, daha çok alt metinleri düşünmek zorunda kalırsınız ve öyle uçan kaçan efektler yoktur filmlerinde. İşte tam da bu nedenle bu yönetmenleri öneririm öğrencilerime. Onların algılarını farklı çalıştırmak ve sabrederek film izlemelerini sağlamak için bu bana daha uygun gelir.

-Kısa film çekmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Çaba-zaman-para üçlüsü önemli. Zaman ayırıp çabalamak iyi bir filme giden ilk adım bence ve şu da bir gerçek ki hiç para harcamadan film çekmek biraz hayal kurmak olur. Çok büyük paralar olmasa da her filmin bir maliyeti mutlaka olacaktır, bunu unutmamak gerekir. Ve en önemlisi güvendiğiniz bir ekip. Sette ya da kurguda ne yapması gerektiğini bilen birkaç kişi işinizi çok kolaylaştıracaktır. Sinema kolektif bir sanattır, sizi tanıyıp size güvenen ve filmin iyi olması için sizin kadar çabalayan bir ekiple çalışmak ve en sonunda çıkan filme BİZİM filmimiz diyebilmek kadar büyük bir mutluluk kaynağı olamaz bence.

17 Şubat 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BURAK KUM"

 

                                                             


İlk kısa filminiz “Yolcu”yu 2010 yılında çektiniz.  Kısa film çekme, bu sektöre girme kararını nasıl aldınız?

Kamu Yönetimi Bölümü’nde okurken bir yönetmen ismi çok geldi kulağıma.  Ahmet Uluçay diye. Merak ettim önce çektiği  filmi izledim sonra Uluçay hakkında bir belgesel izledim. O imkansız şartlarda bir şeyler yapmayı başarmış çok iyi bir yönetmendi, örnekti.  Bizim jenerasyonumuzda böyle bana göre. Uluçay çok zor şartlarda sinema aşkı ile başlamış ve zor şartlarda bir film bitirebilmiş biriydi. İlham oldu diyelim Ahmet Uluçay’ın kararlılığı, mücadelesi.  Benim de sinemada anlatmak istediğim hikayeler, senaryolar vardı.  Bu ikisi örtüşünce zaman perdesini çektim aradan. Sonra o yola girdim.

Anlatacak hikayelerim vardı dediniz.  Bunun temeli neydi?

Hikayeleri devamlı düşünüyordum. Okul kantininde arkadaşlarıma anlatıyordum. Belki zorla, belki severek dinliyorlardı ama ben severek heyecanla anlatıyordum. Sonra sonra hikaye nasıl anlatılır, çekilir ustalardan dersler alarak  öğrenme süreci başladı

 Nasıl bir süreçti bu öğrenme  süreci?

O uzun ve zahmetli bir süreçti. Hani bir mabedin kapısında keşişler içeriye girmek için bekler ya öyle bir sabır. İşi öğrenebilmek adına mesleğin çok farklı alanlarında çalıştım, sesçilik yaptım mesela. Kademe kademe ilerliyorsunuz.  İlk filmim 2010’da çektim ama 2003’te karar vermiştim çekmeye.

                                                           


İlk kısa filminizi çekerken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Ben şuna inanıyorum; “şartlarım iyi olduğunda film yapacağım, istediğim oyuncu, istediğim senaryo, istediğim kamera, teknik ekipman olunca çekeceğim” dediğinizde o iş yürümez. Öyle ütopik bir dünya yok... İmkanlarımız ile isteklerimizin bir dengesi olmalı… Elde ne var. Evet bir arkadaşımdan alabileceğim kamera var. Aynı sinemaya tutkun senin gibi oyuncu arkadaşların var. Ses alabileceğin aparat var mı? Benim yoktu. Ses alamadım, ama pes etmedim. Sessiz çektik sonra ses efekti ekledim.  Anlatı yolunu o anda öyle yapmalıydık. Ses alamıyoruz, bu filmi çekemeyeceğiz demedik. Ses alamıyorsak senaryomuzu ona göre uyarladık. Şu anda çok mutluyum o işten mesela.

Daha sonraki dönemler de şartlarda neler değişti?

Daha sonraki senelerde şöyle oldu. Mesleğe girince şartlar biraz değişti, olgunlaştı. Şöyle ki daha kolay ekipman bulur hale geliyorsunuz. Seneler içinde kendinizi geliştiriyorsunuz o büyük avantaj sağlıyor. Ama dönüp baktığımda o zorluklara, bazı zorluklar aynı biçimde devam ediyor. Mesela pandemi sürecinde oyuncu bulamadım ama vazgeçmedim, annem ve babamla çalıştım.

Aslında yapmak istemekle alakalı değil mi, sorunlar bir şekilde halledilebiliyor?

Hallediliyor ama o tapınakta, kapıda bir süre beklemek sıkı sıkıya çalışmak gerekiyor. Onu yaşamadan, mesela ben çok görüyorum., nasıl yapıyorlar şaşırıyorum. Adam, herhangi bir şey çekiyor. Ünvanı hemen yönetmen oluyor sosyal medyada, arkadaş çevresinde. İlginç buluyorum.  Sonrası da olmuyor zaten. 

“Yolcu” kısa filminizden sonraki çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

On tane kadar kısa filmim var. Bunlardan iki tanesi Türkiye’de henüz gösterilmedi. Festival gösterimi bekliyor.

 “Nöbetçi” isimli belgesel film yönetmenliğiniz var.  Belgesel yönetmenliği ve kısa filmin yönetmenliğini farkları nelerdir? Aslında yönetmenliği böyle  kategorilere ayırabilir miyiz?

Meslek tanımı olarak ayırım yapmayı doğru bulmuyorum. Yaklaşımları birbirinden faklı, prensipleri değişiklik gösteren iki kategori. Aslında kişinin ilgi alanı,  yöneldiği profesyonel alanı belirliyor. Şöyle ki, kısa film çekerken prodüksiyon aşamasında çok büyük uğraş içindeyken belgeselde bu uğraşınız daha rahat geçebilir. Belgeselde görüntüleri ayıklama süreci uzun sürerken kısa filmde bu aşama genellikle daha kısa olur. Aslında belgesel, belgesel içinde çektiğiniz kişileri yönlendirmeye çok müsait bir alan değil. Amacımız; şimdiye ve geleceğe, daha önce filme alınmamış bir belge, bırakmak olmalı. Belgenin içini boşaltmak ya da değiştirmek olmamalı, hele bir de görsel kaygılarla yapılınca, o işte tam bir felaket. Kısa film için bu tamamen farklı. Yönetmen her şeye müdahil olmalı. İkisi arasında uçurum derecesinde fark var bu anlamda. Yönetmen yönetmendir. Sinemacı diyelim. Sinemacı sinemacıdır. Her alanda kendini var etmeye çalışır. O yüzden de kısaca tanımları spesifikleştirmek yerine daha tümel tanımlar koymayı doğru buluyorum.  Prensipleri tamamen faklı iki alan.

“Evden Uzak”,” Kibritçi Kız” dan uyarladığınız filminiz. Filmlerinizin, senaryolarınızın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?

“Evden Uzak” özel bir proje benim için. Şöyle ki uzun metraj projemin yapılabilirliğini test yaptığım bir proje.  Bir uyarlama senaryosu yazdım. O senaryoyu bu teknikte, bu görsel tarzda yapmak istiyordum. Ama benim önce bir kısa filmle, daha minimal, bütçesini karşılayabileceğim bir durumda denemem gerekiyordu. “Kibritçi Kız” öyle çıktı. Şunu söylemeden geçmeyeyim; kameranız olmaya bilir, teknik şartlarınız olmayabilir ama ekip birinci şart. Ekibinizin olmadığında hiçbir şey olmuyor. “Evden Uzak” tamamen ekip işi. Ekiple voltran oluşturuyorsunuz. Ekip, film yapma gücünüz oluyor. Etrafınızda doğru insan buluyorsanız, onlar size yönetmen diyorsa- yönetmen ünvanı öyle gelmeli bence- ancak o zaman güzel işler çıkıyor ve birlikte güzel şeyler başarabiliyorsunuz.

Ekip demişken, kısa film veya uzun metrajda ekip oluşturma da farklar oluyor mu?

Bence kısa filmle uzun metraj arasındaki farklardan biri şu; kısa filmde daha minimal bir bütçe ile çalışıyorsunuz genel olarak. Yurtdışından bağımsız olarak bunu söylüyorum. Kısa film bütçeleri, Kültür Bakanlığı’nda ön gördüğü referansla söyleyebilirim; kısa filme 20 bin gibi bir bütçe çıkarıyorsa uzun metraja, altı yüz bin, yedi yüz bin gibi veya iki milyon bütçe çıkıyor. Buradan şeyi anlayabiliyoruz aslında, ekibin ne kadar geniş, büyük olacağını belirleyen durum tamamen ekonomik şartlar oluyor. Yoksa gönül ister ki bütün kısa filmlerde tüm ekip çalışabilelim.

Kısa film, uzun metraj için bir basamak olabilir mi, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kısa film şöyle bir alan aslında, kendini deneme, anlatmak istediğini anlatma özgürlüğünü bulabildiği bir alan. Çünkü, çoğunlukla söyleyebilirim, Türkiye’de, kısa film festivalleri yapılıyor ama bilet satışlı bir gösterim çok az. O yüzden ana akım sinemasından bağımsız olarak yönetmenler kendilerini, hikayeciliğini denemek ister. Onu ana akımda bulamadıkları için kısa film onlar için çok daha özgür bir alan. Film yapımcılarının da onları keşfetmeleri için bir fırsat bence . Mesela “Testere” filmi kısa filmdi, daha sonra uzun metraj olarak çekildi. 

Ben de keza uzun metraj yolculuğunda olan bir filmimi denemek adına böyle bir karar aldım. Ancak bundan bağımsız olarak bir çok film çekmişimdir hiç uzun metrajı düşünmeden. Tamamen katı cümle kurmak da yanlış. Yöntemlerden biri. Şunu diyebiliriz, bir yönetmen anlatmak istediği hikayesini orada çok özgürce anlatma imkanına sahip. Kısa film, prensiplerinden bahsedeceksek, konu itibari ile alanı, bütçesi itibari ile yaygınlığı itibari ile daha spesifik bir alana hitap ediyor.

Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

Bazı oyuncular var ki çok sıcak bakıyor, bazı oyuncularsa yanaşmıyor.  Bazıları canı gönülden, bazılarının aklının ucundan geçmiyor. Bu birazda oyuncunun karakteri ile ilgili. Acı bir şey söyleyeyim. Festivaller filmin seçilmesi kararında ünlü oyuncuya pozitif bir ön yargı ile yaklaşıyor.  Ünlü oyuncu, filme ilgiyi artırıyor. Bunun da festivalin büyümesi açısından önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.  Kültür Bakanlığı’ndan destek alan bir filme oyuncu da daha sıcak bakabiliyor. Sponsor bulunca da oyuncuyu ikna kolay oluyor. Bir diğeri ise, elinizdeki iyi senaryonuzu, oyuncuya iyi aktarabilirseniz vakit buldukları ölçüde sorun çözülüyor. 

Kısa film çekerken oyuncu ile bazı problemler yaşanabiliyor, şöyle ki, senaryo çok kısa bir metin olduğu için karakterin öncesini ve sonrasını anlatmak bir zaman işi oluyor benim için

Kısa filmi, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Kısa film benim nefes alma biçimim.  Kendi hayatımı idame ettirmek için reklam ve animasyon işleri yapıyorum, onlardan da zevk alıyorum.  Ancak kendimde kısa film yapma mecburiyeti hissediyorum.  Bunu buna şöyle örnek verebilirim. Dalıyorsunuz denize sonra çıkıp nefes almak istiyorsunuz. Dalma anı gibi yaptığınız işler. Kısa filmler olmasa boğulur giderdim.

Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için? 

Aslında festivaller yeterli. Bence sayıları fazla bile. Aslında festival değil festivalde yönetim sorunu var. Bazı jüriler film dünyasından çok uzak. Sette nefes solumamış, hikayeciliğin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar. Bu da  ülke sinema sanatının gelişmesinin önündeki en büyük engel. Festivallerin, jürilerin küçük bir kısmını ayırarak söylüyorum bunu.

Senaryolarınızın çıkış noktaları neler oluyor?

Ben neden besleniyorum.  “Evden Uzakta” filmimde uyarlama yaptım, yeni kısa filmim “AbsürdAdam”ı, Camus’un Sisifos Söyleni’nden esinlendim. Ben de, bir fikrin çekilebilmesine karar verme süreci, kalbimin sesi ile başlar. Kalbimin sesi müziğe dönüşür. İşte bu düşünce ve bu his, onun oluşturduğu armoni etrafında şekillenir. Sonra sinopsis ve senaryo gelir. Ona uygun yapım koşulları ile de şekillenir.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler, meslek hayatınızda size etki eden  yapıtlar var mı?

Aslında çok var ama şöyle bir durumda var. Kafamda bir liste yapıyorum. Bir gün çok sevdiğim bir yönetmeni ertesi gün tamamen unutabiliyorum. Yani kafamızda kurduğumuz listelere inanmıyorum.

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "SARA MOUSAVİ"

                                                           



-Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Sara Mousavi, 29 yaşındayım, İran’da doğdum ve büyüdüm, iki yıldır Türkiye’de yaşıyorum, ilk olarak Grafik Tasarım ile Sanat okumaya başladım, sonrasında Görsel İletişim lisansımı aldım. İlgim olduğu için stajer olarak bir ajansta kurgu öğrenmeye başladım ve bir yıl sonrasında, yüksek lisans yapmak yerine, (Iranian Youth Cinema Sociey) sınavına girdim ve orada (Filmmaking) olarak eğitim almaya başladım. Mezun olduk ama ekip olarak hocamıza ısrar ederek eğitime farklı mekanlarda çalışarak devam ettik. Senaryo kursları, profesyonel yönetmenlik eğitimi, film eleştirisi kursları devam etti. Başarılı yönetmenlerin tüm filmlerini analize ederek, çok şeyler öğrendik.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ben sanat yapmayı seviyorum, nedense hiçbir zaman sanattan hariç hiç başka bir şeyi cazip bulamadım, grafik ve görsel iletişim okurken, fotoğrafçılık dersimizde hocamız foto roman istemişti bizden, o gün foto roman için senaryo yazdığımda ve story board çizdiğimde, ilk kez kurgu yaptığımda iki gün uyuyamadım.  Ama bol enerji ile ödevimi teslim ettim. O gün yolumu keşfedip devam o yolda ettim.  5 sene geçmesine rağmen, hiç hissim değişmedi ve çok memnunum.

İran’da sinema okumak için üniversite ve dernek olmak üzere iki seçenek var. Dernek genelde 70% tecrübe ve 30% teori üzerine ilerliyor ve en iyi yönetmenlerimiz (Asghar Farhadi gibi) oradan mezun olmuştur. Orada eğitim alırken bir hocamız (Senaryo hocamız) çok iyi bir ekip oluşturdu. İlk filmlerimizi çekmeye başladık. Hocamız senaryoyu, kağıtta kabul etmiyordu, en kısıtlı imkanlarla, telefon vs film olarak göstermek zorundaydık, o nedenle ilk filmlerimizi daha yönetmenlik dersimiz başlamadan çekmiş olduk ve o işler sayesinde hep birlikte büyüyerek, team work öğrendik. Tüm hikayeler ya  kendimiz hakkında olmalıydı ya  hayatımızdan bir bakış ya da ilginç gördüğümüzolaylar. Bu heyecanları da yaşadıktan sonra kariyerime bu yolda devam etme kararı aldım.

-Sinema  kariyerinizi öğrenebilir miyiz?

 İran’da kısa film yönetmeni olarak çalışıyordum, kısa belgeseller ve tanıtım videolar yaptım. Türkiye’ye kariyer ve bilgilerimi geliştirmek için geldim ama maalesef burada sanat filmleri ve benim sevdiğim tarz sinemaya  çok değer verilmediğini  fark ettim. Aslında hayal kırıklığı yaşadım ama geldiğimden beri videoğrafer olarak çalışıyorum.

- Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinde sizi neler zorluyor? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?

Closer & Feel you (İran 2015 ) filmi kendim telefonla çekip, kendim kurguladım ve en yakın arkadaşımı oynattım. "Feel you" için o dönemde "creative filmmaker" olarak başlık aldım ve dört uluslararası ve ulusal festivale katılabildim, iki festivalde semi finalist oldum.

 Eğitim sonunda proje olarak “ Before Sunrise” (İran 2016) filmimi çektim. Bu sırada artık en ilgi duyduğumuz hikayelerden senaryo yazıyorduk. İlk defa 10 kişilik bir ekip ile çalıştım ve hikâye köyde geçtiği için çok büyük bir challenge oldu. Köy dilini bilmediğim için destek istedim ve zor günler geçirdik ama çok büyük bir tecrübe kazandık. O günler yönetmenliğin gerçek zorluklarını ilk defa yaşadım. Oyuncularda  her zamanki gibi deneyimli değildi, ekiple iletişim kurmak, hem çok yakın arkadaşlar hem proje süreci olduğu için  herkesi doğru şekilde yönlendirmek çok büyük bir deneyimdi.

Return from Halfway (İran 2018)  Bu filmi çekmek için ilk defa çok uzun süre zaman ayırıp  sanatta en sevdiğim tür olan  surrealizm  tarzına göre  senaryo yazdım ve en yakın arkadaşımla birlikte çalışıp, bütçeyi ayırabildik. En büyük yaptığım hatayı profesyonel oyuncu seçmeyerek yaptım. Bu film beni başka bir insan yaptı diyebilirim. Bizim ekibimizin gücünün  bütçesinin  ve imkanlarının  çok çok fazlasıydı ama  herkes tüm gücünü kullanarak emek verdi. Son planı çektiğimizde, tüm ekip sokakta bayılmıştı ama güzel sonuçlarla beraber gurur verici  bir çalışma oldu. Return from Halfway sayesinde İran’daki en iyi festivallere gidebildim hayatımdaki çok değerli varlıklarımdan biridir.

“Couchsurfer” (Turkey 2020) Son filmimi İstanbul’da çektim ve inanılmaz zorluk yaşadım, işimden izin alamadığım için istifa etmek zorunda kaldım, bazı sebeplerden dolayı film bir kez 20 gün ertelendi. Yabancı olduğum için dezavantajlarım ve avantajlarım oldu. Ama mutsuz değilim. Çok memnunum ve yine de ne zaman gücüm varsa, kendime geliştirmek için ve güzel bir sanat çıkartmak için elimden geleni yapacağım.  Kendi ekibimizden en yakın arkadaşlarım ses ve görüntü için Irandan yardıma geldi ve çok iyi iki oyuncuyla tanışmış oldum. Bu filmimi kendime çok yakın hissediyorum. Umarım iyi sonuçlar alabiliriz.

-Kısa film, uzun metraj film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

 Benim  şahsen film çekmekten amacım, kafamın içindekileri göstermektir, hayatta çektiğim zorluklar karşısında susma durumda kaldığım zamanlar oluyor ve bu benim yazmama sebep oluyor. Eğer bir gün güzel bir hikayem varsa ve daha uzunsa kesinlikle çekerim. Bence eğer çekeceğimiz hikayemiz kısaysa kısa veya uzunsa uzun olmalı. Amaç sadece "film çekmek" olmamalı.

- Kadın  yönetmen olarak Türkiye’de ve İran’da bu alanda çalışmanın zorlukları nelerdir?

 İran’da çok güzel ve sağlam bir çevrem vardı, herkes sinemaya aşık ve birbirimize destek olan bir gruptuk. Hep beraber çalıştık. Buraya geldiğimden beri, sürekli çevre yapmaya çalıştım ama burada benim gördüğüm kadarıyla ya sinemacılar finansal sebepler için çevre yapar veya kadın olduğum için başka konuları giriş yapmak ister. Benim dezavantajım, burada üniversitede okumamaktı. Oralarda daha sağlam ilişkiler kurup  gerçek sinema aşkıyla buluşmuş insanlarla tanışmış olabilirdim diye düşünüyorum.

-Türkiye’de  ve İran’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz daha genellersek Türkiye- İran ve Dünya’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 İran’da kısa film çok değerli. Yapımcılar sürekli festivallerdeki  başarılı olan  kişileri keşfedip, İran sinemasının  geleceğini düşünüyorlar. Festivaller çok kaliteli, filmler çok çok başarılıdır. Ben çok yetenekli, hayal gücü ve cesareti yüksek olan kişiler tanıyorum bu festivallerden  Açıkçası  Türkiye’deki bazı  festivaller de öyle bir kalite görmedim :( Ben Türkiye sinemasını hep sanatsal, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın sanıyordum. Ama en büyük gördüğüm sorun hem kısa hem uzun metrajdaki filmlerde, yönetmenlik ve senaryo. Beni umutsuz eden şey burada kendi işimi yapamamam.  Sebebi, dört sene aldığım yönetmenlik eğitimimi tam anlamıyla   kullanamamam. Hikayeler çok güzel bir vitrinde gösteriliyor ama sonuçta, vitrin hariç, planlar arkası incelendiğinde  çok bir zaman ayrıldığı  görülmüyor.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Yukarda bahsetmiştim ama gerçek hayatta konuşamadığım, susmak zorunda kaldığım veya konuşmaktan daha fazlasını  istediğim bir güç olduğu zamanlar yazıyorum.

-Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu? Bu aşamada İran ve Türkiye ilgili kıyaslama yapabilir misiniz?

İran’da çevrem çok geniş olduğu için asla sıkıntı yok. Hem sinema hem tiyatro oyuncuları yardımcı olurlar. Burada çekmek istediğim kısa film için 150 oyuncunun audition izledikten sonra ve kaç gün prova yapılmasına rağmen, test gününde oyuncuların performanslarını düşük buldum. Çok güzel bir dille nedenini sorduğumda bana "bize karavan mı ayarladın ki güzel oynayalım" cevap verildi ve kaç kez daha kötü davranışlar için, on gün ertelenmeye karar verip, tekrar oyuncu bulmak zorunda kaldım.

-Sinema sektöründe kariyer yapmaya karar verdiğinizde bu alanda sizi etkileyen yönetmeler, filmler oldu mu?

Beni aslında çok etkileyen  yönetmenler var. Yorgos Lanthimos, Daren aronofsky, Andrey Zvyagintsev, Reha Erdem vs.

-Son olarak yeni projeleriniz var mı? Bu salgın döneminden nasıl etkilendiniz?

Hazır bir senaryom var ama eski kısa filmimi çekmek istediğimde, izin olmadığım  için işimden  ayrıldım, filmi çektim ve pandemi başladı, her neyse iş bulmak o dönem imkansizdi ve çok finansal problem yaşadım. Sonuçta benim en güzel günlerim, film çektiğim ve hazırlık yaptığım günler olduğu için iyi bir zaman bekliyorum. Bu sefer daha iyi şartlarla ve daha hazır olduğum zaman çok güzel bir sanat çıkartmak dileği ile.

15 Ocak 2021 Cuma

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BATUHAN KURT"

                                                               


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1991, Edirne doğumluyum. Lise eğitimim devam ederken ABD ve Türkiye’de Atlantik Film ortaklığında yürütülen FilmTurkey isimli bir projede sinema üzerine eğitim aldım. Bu proje kapsamında ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümünü kazandım ve buradan mezun oldum. Eğitim hayatım devam ederken birçok kısa film ve belgesel çalışması gerçekleştirdim. Türkiye’nin çeşitli illerinde ve Bulgaristan’da atölyelerde sinema üzerine eğitimler verdim. 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle ‘Hudut’ isimli bir belgesel çektim. 2018 yılında çektiğim ‘Kurbağa Avcıları’ isimli belgesel birçok festivalde gösterildi. Toplamda 24 ödül alarak 2018/2019 yılları içinde en çok ödül kazanan ve 18 Birincilikle Türk Sinema Tarihi boyunca belgesel kategorisinde en çok birincilik elde eden belgesel oldu. Şu anda belgesel alanında çalışmalarıma devam etmekteyim.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Küçük yaşlardan itibaren sinemaya karşı her zaman çok ilgiliydim. Hayaller kuran ve hayallerini sanat aracılığıyla ifade etmeye çalışan bir çocuktum. Resimler yapıyor, karikatürler çiziyor ve tiyato oyunları yazıyordum. İlkokul yıllarında arkadaşımın aldığı bir kamera ile yazdıklarımı filme dönüştürebilme fırsatını elde ettim. Hayallerimin somut hale dönüşmesi inanılmaz derecede tatmin ediciydi. O zamanlar özellikle Hollywood yapımı çocuk macera filmleri ilgimi çekiyordu. İzlediğim filmleri bizim kültürümüze uyarlamaya çalışıyordum. Oyuncularımda en yakın arkadaşlarımdan oluşuyordu. Zamanla bu ilgi büyük bir tutkuya dönüştü ve hayatımın amacı haline geldi. Dünyada ve ülkemizde anlatılmayı bekleyen birçok hikaye olduğunu düşünüyorum. İnsanların duygu dünyasına dokunan ve hayatına anlam katacak filmler yapmak amacıyla bu yolu yürümeye devam ediyorum.

-Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?  

Ben son birkaç yıldır özellikle belgesel alanında çalışmalar yapıyorum. Belgesel yapımların kurmaca yapımlara göre çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Ne kadar masa başında hazırlık yaparsanız yapın sahada birçok değişkenle karşılaşma ihtimaliniz var. Bu değişkenlere karşı pratik çözümler üretebilmeniz ve hikayenize o anda yeniden yön vermeniz gerekebiliyor. Sonuçta çektiğimiz insanlar oyuncu değil ve onların gerçekliğine sadık olmak gerekiyor. Belgesel, yapısı itibariyle yönetmenine büyük bir sorumluluk yüklüyor. Gerçekleri çarpıtmadan etik değerlere bağlı kalarak ele almayı gerektiriyor. Bu bazen sizden bağımsız bir şekilde gelişiyor ve anlattığınız kişinin gerçekleri nasıl yansıttığıyla da ilgili olabiliyor. Konuyu doğru kaynaklardan öğrenmek ve iyi bir araştırma yapılması büyük önem taşıyor. Anlatacağınız konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan yola çıkarsanız kesinlikle çuvallarsınız. Anlattığınız bir insan hikayesiyle o insanla vakit geçirmek gerekiyor. Genellikle bu noktada hikayenin ana fikrini ve söylemini belirliyorum. Masa başına geçtiğimde ise önce sahne sıralamalarının yer aldığı bir senaryo taslağı oluşturuyorum. Blok blok ele alacağım meseleleri hikayeye dağıtıyorum. Röportaj yapacağım insanları belirliyor ve kişiye özel sorular hazırlıyorum. Beni en çok zorlayan konuya gelecek olursam zaman diyebilirim. Genellikle bütçeniz itibariyle filminizi çekmek için kısıtlı bir zamanınız vardır. Belgeselde belirlediğiniz zaman aralığına bağlı kalmak oldukça zorlayıcı oluyor. Çünkü çektiğiniz insanın yaşamı devam ediyor ve her zaman çekilecek bir şeyler daha oluyor.

                                                       


- Siz belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Bu alanda da ödülleriniz de var. Belgesel yönetmenliği yapmaya nasıl karar verdiniz?  Türkiye’de belgesel çekmek, belgesel yönetmeni olmanın zorlukları neler?  

Aslında ödüllerimin çoğunu belgeselden elde ettim. Gerçek hikayeleri seyircinin de ilgisini çekebilecek şekilde anlatmak konusunda başarılı olduğumu düşünüyorum. Karar aşamasına gelecek olursam, 2009 yılında ekip olarak bir film çalışması yapıyorduk. Ekibin büyük kısmı belgesel çekmek istiyordu ama ben kurmaca film çekmek konusunda kararlıydım. Kurmaca üzerine hazırlıklarımızı yaptık ve filmimizin ilk sahnesini çektik. Amatör oyuncularla kötü bir tablo ortaya çıkmıştı ve o anda belgesel çekmek konusunda arkadaşlarımın ısrarını kabul etmem gerekti. ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektik ve film tamamlandığında seyirci tepkilerinin müthiş derecede olumlu olduğunu gördüm. Çekim süreci de tahmin etmediğim şekilde büyük bir keyfe dönüşmüştü. Gerçek insanların kamera karşısındaki tepkileriyle karşılaşmak ve hikayeye yön verdiklerini görmek kararlarımı şekillendirmeme vesile oldu. Kurbağa Avcıları belgeselinin fikri de bu belgeselin çekimleri esnasında aklımda belirmişti.

Öncelikle Türkiye’de sanat icra etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla belgesel yönetmeni olmanın da birçok zorluğu var. Maddi kaynak bulmak konusunda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Yaptıklarınızı festivaller dışında yayınlayabileceğiniz pek platform da yok ne yazık ki. Genelde Türkiye’de belgeselcilerin kendi imkanları ile küçük ekiplerle filmlerini çektiklerini görüyorum. Ben de Kurbağa Avcıları belgeselini ailemin bankadan çektiği kredi ile çekmiştim. Art arda kazandığımız ödüller ve gelen övgülerle birlikte Türkiye’de çok büyük bir belgesel izleyici kitlesi olduğunu fark ettim. Bugün çoğu kahvehane, kafede ve esnafın dükkanında TRT Belgesel kanalının açık olduğunu sizde gözlemleyebilirsiniz. Aslında daha fazla destek ve yayın fırsatlarıyla belgeselcilerin seyirci tarafından kucaklanacağına yüzde yüz eminim.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kısa filmi ayrı bir tür olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak bunu bir aşama olarak görmenin de sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Çoğu yönetmenin uzun metrajlı bir film çekmek hayali vardır. Bir yönetmenin bu alanda tecrübe edinmesini ve deneyim sahibi olmasını sağlayacak büyük riskleri olmayan önemli bir basamak bence. Şahsen ben bu şekilde yaklaşıyorum. Çünkü referanslarınızı göstermeden hiçbir yapımcı size güvenip bir işi teslim etmez. Medya yöneticileri bu alanda yapılan çalışmalara destek verir ve uzun metraj endüstrisi gibi ekonomik bir alan yaratılırsa işte o zaman kısa film tam anlamıyla bağımsızlığını ilan edebilir.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Sinema sanatını tecrübe etmemi ve potansiyelimi keşfetmemi sağlayan önemli bir yere sahip.

-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kısa film kültürünün tam olarak oturmadığını düşünüyorum. Festival izleyicileri dışında kısa filme pek ilgi olmadığını görüyorum. Türk sinema tarihi içindeki yeri de sanırım video kameralar ile birlikte 90’lı yıllar itibariyle oluşmaya başladı. 2010’dan sonra ise DSLR kameraların yaygınlaşmasıyla beraber nicelik olarak kısa film sayısı artıyor. Son yıllarda ise söyleyeceği bir sözü olan bilinçli yönetmenler, iyi hikayeler, iyi teknik donanım, profesyonel oyuncular ve başarılı post prodüksiyon yöntemleriyle nitelik olarak da iyi bir konuma gelmiş görünüyor. Gelecekte kısa filmin daha iyi yerlerde olacağına inanıyorum.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?  Aynı sorumu belgesel filmler içinde sormak isterim. Festivaller yeterli mi sizce?

Türkiye’de birçok kısa film festival var. Kısa film yönetmenlerinin projelerini ve kendilerini tanıtmaları açısından yapılan festivallerin yeterli olduğunu düşünüyorum. Her festivalin kısa filme bakış açısı ve yaklaşımı farklı. Bu çeşitliliğin farklı içerikler ve formlarda işler üreten yönetmenler için de bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Festivallerin ödülleri maddi olursa yönetmenlerin gelecek projeleri için büyük katkıları olacaktır. Belgesel alanı için de aynısını düşünüyorum. Özellikle TRT Belgesel Ödülleri muazzam bir titizlikle yapılıyor ve belgesellerin tanıtımı açısından büyük önem taşıyor.

-Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında ve belgesellerinizde çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Genellikle beni duygusal anlamda etkileyen ve hayatıma dokunan hikayeleri anlatmaya çalışıyorum. Karşımıza çıkan her şeyin küçük ya da büyük bir anlamı olduğuna inanıyorum. Sanatçı önce içinden çıktığı topluma ve coğrafyaya karşı kendini sorumlu hissetmeli. Ben şimdiye kadar kendi toprağının hikayelerinin izini süren bir yönetmen oldum. Bazen de çok etkilendiğim bir yer/mekan hikayelerimin çıkış noktasını oluşturabiliyor. Bazen de anlatılmayı bekleyen toplumsal bir mesele ve sorun varsa bu konuda bir şeyler yapmam gerekliliğini hissedip sinemanın olanaklarıyla refleks gösteriyorum.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Filmlerimde oyuncu seçimleri konusunda özenli davrandığımı söyleyebilirim. Belgesel alanında bunu profesyonel bir meslek olarak sürdüren oyuncular olmasa da toplumsal oyunculara yer veririz. Konuya hakim ve hikayenin öznesi konumunda olabilecek potansiyelde, kendini iyi ifade eden insanları ele almaya çalışırım. Ona biçilen rolü oynaması değil, kendini en doğal haliyle kameraya sunmasını isterim. Yan karakter seçimleri de belgeselde büyük önem taşır. Genellikle diğer karakterin aynası konumunda olabilecek, katalizör görevini üstlenebilecek konumda olan yan karakterler seçmeye çalışırım. Bu seçim bazen ben de ana karakter seçiminden de önemli bir hal alıyor. Belgesel karakterinize, hikayeyi ne için anlattığınızı, ondan ne beklediğinizi ve hangi düşünceyi yansıtmak istediğinizi detaylı bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Ayrıca çekim yapmanın çeşitli zorlukları olduğunu ve zaman alacağını iyi anlatmak gerekiyor. Eğer bunlar iyi ifade edilmezse anlattığınız kişiyle iletişim problemi yaşarsınız ve bu kopukluk süreç içerisinde en büyük zorluk haline gelebilir.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Uzun zamandır üzerine düşündüğüm ve çekmeyi hayal ettiğim, gerçek bir hayat hikayesini ele alacağım uzun metrajlı bir sinema filmi projem var. Bu projeyi geliştirmeye devam ediyorum ve yapımı için kaynak bulduğum doğru zamanda harekete geçmeyi planlıyorum. Bunun yanı sıra gerçekleştirmeyi planladığım birçok belgesel projem var. Şu anda bir belgesel serisi hazırlıkları yapıyorum ve bu alanda çalışmalarıma devam ediyorum.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Sevdiğim yazarlar Buket Uzuner, Jack London, Nasuh Mahruki… Bunun yanı sıra genellikle bilgi edinebileceğim ve kişisel gelişimime katkısı olacak kitaplar okumayı tercih ediyorum. Sevdiğim yönetmenlerden ziyade sevdiğim filmler var. Asgar Farhadi ve Nuri Bilge Ceylan filmlerini severim. Ron Howard, Dennis Villeneuve, Danny Boyle, Dardanne Kardeşler, Werner Herzog ve Micheal Moore’u da filmlerini sevdiğim yönetmenler arasında sayabilirim.

 

10 Ocak 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "FATİH YÜRÜR"

 

                                                                


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema sektörüne girme kararını nasıl verdiniz?

Buna klişelerden arınmış bir cevap bulabilmek zor. Kendimi sinemanın içine doğmuş gibi hissediyorum. Hatırlayabildiğim ilk film, bir Stephen King uyarlaması olduğunu yıllar yıllar sonra öğrendiğim “Sometimes They come Back” filmi olmuştu. 4 yaşındaydım, altyazı okumayı bilmiyordum ve filme dair hatırladığım tek şey, yanlarında alev desenleri olan siyah Buick arabaydı.

Çok ilginçtir, geçenlerde yıllardır görmediğim ilkokuldan bir arkadaşımla karşılaştım. Bana çok uzun zaman önce unuttuğum ilginç bir detayı hatırlattı. Mesela bir haftasonu ailece bir filme gitmişsek, tenefüs aralarında, gönüllü arkadaşlar bulup, o sahneyi sınıfta canlandırmaya çalışırdım. Daha doğrusu çalışırmışım. Bu gerçeği uzun zaman önce unuttum sanırım. Yani sinemanın içinde olma, o hayale dokunma isteği çok çok uzun zamandır varmış bir yanımda. Çocukken, izlediğim bir filmin devamını çektiğimi hayal ederdim hep. “Terminatör 3 olsa da çeksem”, “Bana da bir Elm Sokağı Kabusu falan çektirirler mi acaba büyüyünce?”. Hayallerimin çapı epey genişmiş yani o zamanlar.  

Elime kamera alıp “bir şeyler” çekme isteği her zaman vardı ama bunun bir yere varabileceğini açıkçası hiç bir zaman düşünmedim. Lisede çakma korku filmleri çekerdik. “Bir şeyler çekelim” kıpırtısı hep vardı yani ama asla ciddiye alamadık kendimizi bu konuda.

Görsel İletişim Tasarımı bölümünde lisans eğitimi gördüğüm zaman da durum aynıydı. Bir şekilde bir film çekecektim ama ne zaman? Nasıl? Her aşamasıyla tek tek uğraşmak isteyeceğim bir hikayem olmadı bu süreçte. Fotoğrafa merak sardım, grafiker olarak hayatımı sürdürdüm, çizgi roman senaryoları yazdım. Sanki bile isteye film yapma tutkusunu engellemek ister gibiydim. 10 seneyi aşkın bir süre sinema yazarlığı yapmış olmak da, sinema ile bağımın kopmamasını sağladı ama işin mutfağında olmak istiyordum. Yine de bu konuda cesur adımlar atabildiğimi söyleyemem.

Kocaeli Üniversitesi’nde Radyo Sinema Televizyon bölümünde yüksek lisansa başladığımda işin rengi biraz daha değişti tabi. “Zemin Kat” adlı ilk kısa filmimi çektikten sonra, magnum opus devri bitti. Sürekli yazıp çizmem gerektiğini anladım. Şu sıralar üretim aşaması, mesleki öncelikler sebebiyle geri planda kalmış olsa da, yolculuk devam edecek gibi görünüyor.

                                                              


 Film sektörüne kısa film ile başlama kararınızın sebebi neydi? Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Aslında ülkedeki en yanlış algılanan meselelerden birisi bu. Hem içerik hem de estetik anlamda kısa metraj ile uzun metraj filmlerin başka galaksilere mensup olduklarına inanıyorum. Kendi adıma, kısa filmlerimde, kısa film estetiğini doğru kullandığıma pek inanmıyorum. Benim filmlerim çoğunlukla, uzun metrajlı filmlerin uzun bir sekansı gibidir. Yani aslında uzun metrajlı film çekme arzum daim ama imkanlarım kısa film çekebilmeye elveriyor. Bir çeşit kaçış yolu yani.

Bu, benim kanlı canlı bir örnek teşkil ettiğim, tamamen yanlış bir durum. Bu yanlış değerlendirme ve hasarlı üretim pratikleri; ülkemizde yerleşik bir kısa film dilinin gelişmesini engelliyor gibi geliyor bana. Yani kısa filmi bir sıçrama tahtası olarak görmek, kısa film estetiğinin değerini en baştan düşürüyor. Diğer yandan da elinizdeki imkanları kullanarak kendinizi göstermek istiyorsunuz. Kısa film, bunun için harika bir fırsat. Size daha çok manevra kabiliyeti sağlıyor, eteğinizdeki taşları dökebilmeniz için de güzel bir zemin hazırlıyor.

Şu sıralar kafamda, gerçekten de kısa film estetiğine uygun olduğunu iddia edebileceğim birkaç proje var. Biraz cesaret biraz da zamanlama gerektiriyor. Biraz da pandemi sürecinin “durdurma enerjisi”nin sona ermesini bekliyorum.

Belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Türkiye’de kısa film ve belgesel yönetmenliği olmanın zorlukları nelerdir? Türkiye’de ve dünyada belgesel-kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle en büyük sorunumuz ödenek bulma sıkıntısı. Eğer gerçek anlamda “bağımsız” ya da “gerilla” projeler üretiyorsanız, ödenek bulabilmeniz zorlaşıyor. Diğer sorun ise, hikayenizin ulaşmasını hedeflediğiniz insanların, bu türden üretimleri pek de ciddiye almaması. Yani uzun metraj bir belgesel yaptığınızda “2 saatlik belgesel mi olur?” gibisinden bir tepki alıyorsunuz artık. Bir kaç yıl öncesine kadar duyamayacağınız şeylerdi bunlar. İnsanların üretimlere şans tanıması için iyi bir referansın ya da iyi bir reklamın peşine takılmaları gerekiyor. Bir filmin kendisinden çok, hakkında yazılıp çizilenlerle ilgilenmeye başladık artık.

Youtube’un izleme kültürü üzerinde önemli bir etkisi var. Yani tamam, elbette Youtube vazgeçilmez bir platform ve her türden üretimimiz görünür kılmanın en kestirme yolu ama izleyici kitlesinin artık her şeyi seriden mideye indirilebilir piyasa kaşarı şeklinde değerlendirme durumu çok da sağlıklı bir üretim aralığı sunmuyor. Bu “kuralsızlık” bir tarafıyla da kendi kurallarını oluşturuyor”. Artık her şeyin ciddi ciddi kalıplara, kurallara, kısıtlamalara indirgendiği bir kültürün içindeyiz ve bu kültür içerisinde hareket edebilmek git gide zorlaşıyor.

Yine de bu yıl Altın Portakal’da yarışan filmler umut verici. Belgesel türü, bu kısıtlanmışlık içerisinde çok ciddi bir anlatı odaklı başkaldırıya dönüştü. Bunun değerini iyi bilen yeni jenerasyon sinemacılarımız var artık. Henüz izleme fırsatı bulamasam da yakından takip ettiğim Alican Abacı’nın “The Edge of the Cliff” ülkemizde çok sık denenmeyen cinsten bir belgesel örneği olarak, kaygıları açısından önemli bir yapım. Daha önce birlikte pek çok platformda kalem salladığım Serdar Kökçeoğlu’nun “Mimaroğlu” belgeseli de türe taze bir nefes üfledi diyebilirim. Deniz Tortum’un “Maddenin Halleri” filmi de aynı şekilde izleyici için bir ödüldü.

Türkiye, belgesel açısından bir derya. Özellikle de kayıp bir sinemamız olduğu düşünüldüğünde, sadece sanatsal arkeoloji açısından bile gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok değer var. Aslında Youtube kanalımız olan Retroville’de de biraz bu tarafa eğildiğim belgeselcikler tasarlamaya çalışıyorum. Diğer yandan da multidisiplinel çalışmak artık bir gereklilik. Bu sebeple her mecranın diline de bir şekilde hakim olmak gerektiğini düşünüyorum açıkçası.

 Çizgi öykülerin senaristliği ve kurgusal fotoğrafçılık diğer ilgi alanlarınız.  Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Bu alanlarda sizi tanıyabilir miyiz?

Aslında çizgi öykü senaryosu yazma ihtiyacı, yeteneklerimi kullanamadığım bir dönemde, elimde sadece kalemim ve kağıdım varken giriştiğim bir savaştı diyebilirim. Ülkemizde gerçek anlamda bu türü destekleyecek, yüreklendirecek ödenekler yok. Çizgi öykü üretmek ve bu işten “suyun üzerine kalabilecek kadar para kazanmak” yıllardır, acıklı bir gündüz düşünden öteye gidemedi.

Cem Özüduru gibi, Selçuk Ören gibi ya da Ege Avcı gibi yetenekli çizerler, kendi öykülerini kendi çizgileri ve tasarımlarıyla raflara çıkarabiliyorlar. Bu gerçekten büyük bir takdiri hak ediyor. Aynı şekilde Youtube kanalımız için de birlikte içerik ürettiğimiz Yigilante Kocagöz ile Deniz Ozan Coşkun’un “Karadut Ekspresi” çalışması da “yazar – çizer işbirliği” açısından önemli bir adım oldu. Bu işler beni gerçekten de heyecanlandırıyor ama karşılığını tam olarak bulamadığını biliyorum, yakından da gözlemliyorum. Üretim yok diyemeyiz ama yeterli değil tabi. Biz de olanlara sıkı sıkı sarılmayı görev ediniyoruz tabi.

Kurgusal fotoğrafçılık da bir yanıyla görsel kaslarımı geliştirdiğim oyun alanım diyebilirim. Son zamanlarda bu ekseni terk edip tamamen doğa fotoğrafçılığına döndüm. Uzun yıllardır fotoğraf ile ilgileniyorum ama bu ilgimi hiç bir zaman profesyonel bir alana taşımadım.

 Senaryolarınız çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Bunu söylediğim için dayak yiyebilirim ama söz konusu kısa film olduğunda çoğunlukla bir “an”dan esinleniyorum. Bu bizzat tanık olduğum bir “an”olabilir. Bir fotoğraf karesi olabilir. İzlediğim bir filmin arka planındaki bir detay da olabilir. Kimi zaman bu detayları zihnime kopyaladığımı bile fark etmeyebilirim. Bir şekilde detaylandırdığım tüm hikayeleri, yazılı olarak değerlendirmeyi biraz daha uygun buluyorum aslında. Kısa film çoğunlukla bir görselin ilhamıyla vücut buluyor.

 “Psişik Celil ve Kişisel Devrim Antolojisi” kısa filmlerinizden biri. İsim ve konu olarak farklı bir çalışma. Kısa film izleyicilerini bu filmde neler bekliyor?

 Aslında bu epey eski bir proje ve ne yazık ki izleyici ile buluşmayacak. 2015 yılında, askere gitmeden önce, elimdeki teknik imkanları kullanarak, bir gün içerisinde, seriden çekmeyi planladığım bir kısa film projelendirmiştim. O zamana kadar yazdığım hikayelerin ve çektiğim kısa filmlerin bir parodisiydi. Bir tarafıyla, özellikle Türkiye’de kısa filmlerin durumuyla alakalı bir taşlamaydı diyebilirim. Neden kısa filmlerde kadınlar öldürülüyor? Neden insanlar birbirine silah doğrultuyor? Neden herkes, aklına gelen ilk fikrin muhteşem olduğuna inanıyor? Neden çalar saat ile uyanan ya da yatakta öylece gözünü açan insanlar bir filmin başlangıç noktasını teşkil ediyor?

Kurgu masasında, filmin istediğim gibi olmadığını fark ettim. Yine de filmde yer alan arkadaşlar, filmi bir yerlerde paylaşmışlardı sanırım. Film hiç bir zaman tamamlanmadı ama çok eğlendiğimizi hatırlıyorum.

 Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinizde nasıl bir çalışma izliyorsunuz? Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

 Oyuncu seçimlerine çok çok özenmiyorum aslında. Öyle aman aman bir seçim süreci olmuyor. Mesela ilk filmim “Zemin Kat” bir haftasonu eğlencesi olarak tasarlanmıştı. Başrolde ben oynayacaktım. Bir kaç ay sonra filmin başrol oyuncusu Beşir ile tanıştım. Kendisinden filmimde yer almasını istemek uzun bir süre aklımın ucuna bile gelmedi. Derken bir gün, Burak Aktürk’ün kısa filminde kendisini gördüm. Yüzü ekrana epep yakışıyordu ve biz de film boyunca bir adamın yüzünü farklı açılardan görecektik. Beşir’i bir şekilde öyküye yakıştırdım ve süreç ilerledi.

“Geleceği Olmayan Adam” filminde ise daha farklı bir yol izledik. Bu noktada “Kako Si?” filminin de yönetmenliğini üstlenmiş olan Özlem Akovalıgil’in önemli yardımları oldu. Arda Kavaklıoğlu ve Emir Çiçek ile uzaktan uzağa tanışmamızın akabinde filmin çekimleri başladı. Karakterler, benim hayal ettiğimden daha etkileyici oldular.

Oyuncu yönetimi konusunda ahkam kesemem ama çalıştığım herkesten bir şeyler öğrendiğime inanıyorum. Aslında bizler oyuncuları seçmiyoruz, oyuncular bir şekilde bizleri seçiyorlar. Bunu kendimize hatırlatmamız gerektiğini düşünüyorum.

Mekan arayışına çok önem veririm. Yani o konuda kronik bir rahatsızlığım var. Mekan arayış süreci, çoğu zaman filmin çekim sürecinden bile çok daha eğlenceli hale gelebilir.

Oyuncularla bir araya gelmek, onları tanımak, vakit geçirmek, ilk okumayı yapmak... bütün bu süreçlerden keyif alıyorum.

En çok sıkıntıya girdiğim süreç ise muhtelen kurgu aşamasının ilk saatleri. Görüntüleri seçmek ve ses kurgusu ile uğraşmak. Gerilla film yapmanın en büyük sıkıntısı, bütün süreçlerle tek başıma ilgilenmek. Sürecin her aşamasından önemli bir keyif aldığımı söyleyerek yalana sarılmam anlamsız. En sıkıldığım kısım ses kurgusu ve miksajı!

Tabi, filmin görsellerini de genellikle ben tasarlıyorum. Filmlerimin posterlerini tasarlama süreci de keyifli bir süreç diyebilirim. Çoğunlukla film bitmeden önce tasarladığım için de, değeri yüksek bir “ara gaz” oluyor. Tek sorun, o gazın hızlı sönmesi...

 Kısa film yönetmenliğinim meslek hayatınızdaki yeri nedir?

Kısa filmden, yazdığım kitaplardan ya da çektiğim fotoğraflardan asla para kazanmadım. Yani kısa film üretmek benim için bir “meslek” olmadı ama para kazandığım sektör halihazırda reklam ve prodüksiyon sektörü. Mesleğimi kazanmamı sağlayan, bir kısa film oldu. Prodüksiyon dünyasına dair her şeyi de bu sayede öğrendim diyebilirim. Belki de bu alanın amatör ve bakir kalması daha iyi oldu kim bilir?

 Son olarak yeni kısa film , uzun metraj film projeniz var mı?

Bir kaç kısa film projem var aslında ama şu sıralar daha çok belgesel sinema ilgimi çekiyor. Uzun süredir üstünde çalıştığım uzun metrajlı belgesel projemiz “Milyon Dolarlık Afiş” geçtiğimiz ay itibariyle noktalandı. Kafamda bir başka belgesel projesi daha var ve tamamlanmayı bekleyen bir de uzun metraj kurmaca film projem var tabi.

Bu işten para kazanmıyor olmak ne yazık ki zamanımızı bölüyor. Yani, hayatımızı sürdürmek için başka işler yapıyoruz ve hayatımızın kalan kısmında da nefes alıp vermemizi sağlayan üretimlere yöneliyoruz. Bu durumdan şikayetçi miyim ona da emin değilim ama bir şekilde tüm enerjimi sadece sinemasal üretime, araştırmaya, kazımaya, yaratıma ayırmayı da isterdim. Yine de bu yanlış anlaşılmasın. Karamsar değilim.

Bence bir dönüm noktasındayız. Kalplerimizi ferah, kılıçlarımızı keskin tutalım...

 

 

7 Ocak 2021 Perşembe

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP DİLAN SÜREN"

                                                              


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

94 yılında Kastamonu’da doğdum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudum. Şu an Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama bölümünde Yüksek Lisans eğitimim devam ediyor. Son 3 senedir bu sene İstanbul Film Festivalinde açılışını yapan Büyük İstanbul Depresyonu isimli filmim için çalışıyorum.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ortaokulda sinemayla ilgilenmeye ve yönetmen olmak istemeye başladım. Liseyi okumak için İstanbul’a geldim. Yatılı olarak Vefa Lisesinde okumaya başladım. Beni yaşadığım şehirden İstanbul’a sürükleyen de sinemaydı aslında. Sinema Kulübüne girdim ve Sinema kulübü hocamız Canan Akbaş bize ilk haftaydı sanırım hadi herkes haftaya bir kısa film fikriyle gelsin dedi. Ben cidden bütün bir hafta bunu düşündüm ve bir fikirle gittim. Sonra cidden çektim de o fikri. Ve yapılabileceğini görmüş oldum. O ilk filmimle Galatasaray Üniversitesi’nin düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivalinde liseler arası kategoride ödül aldım. Canan Hoca’nın desteği, kısa film çeken arkadaşlarımın olması, bu ödül, yapılabileceğini görmüş olmak ben de devam edebilirim hissi oluşturdu. Burada kısa uzun diye bakma yok aslında o yaşta o imkanlarla ve tabi ki başlangıç olarak kısa mantıklı olduğu için kısa oldu.

 “Ben Neden İntihar Etmişim?”, “Neden?”, “Rozerin” ve Büyük İstanbul Depresyonu” yönetmenlik yaptığınız kısa filmler. Filmlerinizde  genel olarak  hazırlık ve çekim süreçlerinde  sizi neler zorladı?      

İlk 3 film lisede çektiğim filmler. Benim hem yapımcı hem görüntü yönetmeni hem kurgucu olduğum, arkadaşlarımla yaptığım filmler. O kadar uzun zaman geçti ve o kadar güzel hatırlıyorum ki neler zorladı beni bilemedim. Sanırım Büyük İstanbul Depresyonunu da katarak diyebilirim ki en zorlayan şey devamlılığı sağlamak. Bir sürü moral bozucu, heves kırıcı ya da direkt filmin gidişatını etkileyecek engelleyecek şeyler yaşanıyor. Bütün bunlarla mücadele etme gücünü kendinde bulmak… Sabretmek ve bu sabrın devamlılığını sağlamak en zoru sanırım.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Herkes için değişir. Uzun metraj çekmek isteyen ama türlü sebeplerle buna gücü yetmeyen biri için kısa elbette uzun için bir aşama olabilir. Bu kısayı daha değersiz yapmıyor bence. Kimisi de hiç uzun metraj çekmeyi planlamayarak kısa film yapmak istediği için kısa film yapar.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Şu an itibariyle meslek hayatım başladı mı tam emin değilim maalesef.

                                                                         


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Pek bilmiyorum bu konuyu açıkçası. Umarım geleceği çok iyi olur. İnsanlar daha fazla kısa film izlemek ister, izlenecek platformlar artar. Bu sayede sinemacılar kısa film yapsam da kim nereden izleyecek ki diye bir kaygısı olmadan üretir. Blutv, Mubi gibi platformların Türkiye Sinemasının son dönemlerinden kısa filmlere yer açması çok sevindirici bence. Daha da çok kısa film dijital platformlarda yer alsa keşke.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Değil bence. Daha çok olsa daha iyi. Ama yukarıda değindiğim gibi dijital platformlar kısa filmin tanıtımı ve devamı için daha önemli bir alan olabilir gibi geliyor. Kısa filmi sanki yine sinemacılar izliyor daha çok. Bu platformlarda kısa film daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşsa mesela o zaman belki bu festivallere de yansıyabilir.  

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

Bu da bilmediğim bir konu dünyadan kısa filmler izlesem de çok araştırmıyorum gerisini. Bu da benim eksikliğim.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Onu ben de anlamıyorum. Bir bakmışım kafamda sahneler dönüyor, karakterler koşturuyor. Biraz kafamda bir şeyler birikince oturup üzerine düşünmeye onu şekillendirmeye başlıyorum sanırım. Bu yüzden çıkış noktası nasıl oluyor cevap vermekte zorlanıyorum. Bir anlamlandırma çabası olabilir. Yaşam çok zor ve karmaşık. Hepimiz sürekli sorular soruyoruz kendimize. Kimimiz için de bu sorularla boğuşmak kurmacayı devreye sokuyor belki. Çok yeni ortaokuldayken filmlerle ilgili not aldığım defterimi budum. Depremde eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadınla ilgili bir film notu almışım. O kadar ilginç geldi ki. Acaba o yaşta ne düşünerek böyle bir şey kurgulamışım merak ettim.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Oyuncu seçiminde şuna dikkat ederim diyebileceğim kadar bir deneyimim oluşmadı sanırım. Son filmim hariç arkadaşlarım, tanıdığım insanlardı oyuncular zaten. Ama oyunculuk diğer tüm meslekler gibi bir meslek. Yönetmen ve oyuncu da çalışma arkadaşı. Olaya bu şekilde yaklaşınca çalışma koşulları uyduğu takdirde herkes herkesle çalışabilir gibi geliyor.

 - “Büyük İstanbul Depresyonu” en son çektiğiniz kısa filminiz. Filmde üniversiteyi henüz bitirmemiş iki genç kadın hikayesi görüyoruz. Film hikayesi nasıl ortaya çıktı, neydi size “Büyük İstanbul Depresyonu”nu yazdıran?

(Filmde aslında üniversiteyi bitirmiş iki genç kadın görüyoruz),

Filmin fikri ben üniversiteyi bitirmeye daha 2 sene varken aklıma gelmeye başladı. Maalesef üniversitenin tadını çıkaramadan mezuniyet kaygısı başlıyor birçok insanda. Ben de onlardan biriydim. İstanbul’a eğitim için geldiğime göre eğitimim bittiğinde uzun süre iş de bulamazsam ne yaparım diye düşünüyordum ister istemez. Ben senaryoda ilerledikçe mezuniyetim de yaklaşıyordu. Yaşayanların bileceği gibi o dönemlerde insanın başka bir gündemi olamıyor. Arkadaşlarla her konuşma oraya çıkıyor. Sanki zaten Büyük İstanbul Depresyonu dışında bir film yapamazmışım gibi geldi şimdi. Gündemim oydu çünkü. Öyle bir gündem ki diğer her şeyi önemsiz kılıyor senin için.

 -Filmde iki kadın var. Ayşe ve Didem. Kendinizi yakın hissettiğiniz karakter hangisi ve nedenini öğrenebilir miyiz?

İkisine de yakın hissediyorum. Bazen birine bazen diğerine. Yazmaya başlarken kendime bu 2 karakter hayatımdan birinin “a bu benim” diyeceği ya da “a bu sensin” diyebileceği bir karakter olmayacak demiştim. Ve bence başardım. İkisine de yakın hissediyorum çünkü ikisi de kendi içimdeki çatışmalardan çıktı. İkisine de hemen hemen eşit yakınlıkta hissettiğim zamanlar sanırım en iyisi.

-“Büyük İstanbul Depresyonu”nun  çekim aşamasında da  aslında  kadın dayanışması var diyebilir miyiz?

Evet var. Başından sonuna. Ben kadın dayanışmasına çok inanıyorum. Ezilenlerin dayanışmasına yani. Açıklama gereği duyuyorum çünkü hiç beklemediğim insanlar bile kadın dayanışması denilince bunu heralde ilkokuldaki kadın erkek atışması falan zannedip “ama kadınlar da” diye cümleler kuruyor. Kadın erkek eşitsizliğinin ciddiyetini kadınların ezilenler olduğunu ya görmüyor ya da görmek istemiyor insanlar. Öylesi daha kolay çünkü. Bir şeyleri görünce insanın tadı kaçıyor.  Kadın sinemacılar kadın olmanın zorluklarını dile getirince bile itici oluyorlar. Oysa biz kadınların ezildiğimiz yerden dayanışması ve bize verilmeyeni, bizden esirgeneni almak için birlik olmasından ve uğradığımız haksızlığı bağırmasından daha doğal ne olabilir? Ne yapalım cool olmak için yaşadığımız haksızlıkları görmezden mi gelelim. Bu soruyu bana sormanızın sebebi hem filmle hem ekibimizdeki kadın ağırlığıyla ilgili büyük ihtimalle mesela. Ama işte biz bunları konuştukça bazıları sinemanın kadını erkeği mi olur diyor. Çünkü biz kadın sinemacı deyince onların “sinemacı” değil “erkek sinemacı” olduğu ortaya çıkıyor. Kadın ağırlıklı ekipler görünce sinemada erkek ağırlıklı ekiplerin varlığı daha da sorgulanır oluyor. Bana insanlar sizin filmde erkekler çalışabiliyor mu diye şaka yapıyor mesela. Bu şakanın tersini duymamışızdır. Ben kadın dayanışması olmasa bu filmi yapamazdım bile. Ellerimizi üst üste koyup kadın dayanışması demiyoruz elbet. Biz kadın olduğumuz için dayanışıyoruz bile demiyoruz. Ancak bence ataerkil bu dünyada iki kadının birbirine destek olması kadın dayanışmasıdır zaten.

-Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyayı bilmiyorum. Türkiye’de gördüğümüz kadarıyla uzun metraja oranla çok daha fazla kadın kısa film yönetmeni var. Bu çok önemli bence. Bu neden böyle olabilir bunu düşünmek araştırmak gerekiyor. Mesela bakanlığın kısa filme verdiği en düşük destek sanırım 15 bin civarı uzunda da 500 bin. Uzun metraj pahalı ve önemli bir iş yani. Uzun maddi manevi çok daha riskli. Kısada kadın yönetmenler daha çokken uzunda bu kadar az olması bununla ilgili olabilir mi acaba? Sinemaya özel bir durum değil işte. Türkiye ve Dünyada kadınların durumu ortada. Aylardır İstanbul Sözleşmesi elimizden alınacak diye gerginiz. Polonya’da kadınlar kürtaj hakları için sokağa çıktı. Bedenimiz üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyoruz. Annelikten vuruluyoruz. Engelleri aşmaya çalışıyoruz. Biraz dağıtmış olabilirim ama bunları konuşmadan kadın yönetmenlik konuşamıyorum.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız  var mı?

Evet, uzun metraj için bir senaryo yazmaya başladım. Ama çok çok başındayım.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Yıllardır bu soruya ne cevap vereceğim diye karar kara düşünüp sorulunca da kaçamak cevaplar veriyorum. Hep favori yönetmenimi aradım. Ama kafamda bu durumu abarttıysam biraz demek bir türlü şu diyemedim. Sevdiğim yönetmenler değil de şimdi filmi çıksa heyecanla koşa koşa gideceğim yönetmenleri düşündüm. Yani son filmlerinden dolayı acaba bir sonraki işleri ne olacak diye düşünmeden edemediğim şu an aklıma gelen yönetmenler. Senem Tüzen, Andrea Arnold, Nadav Lapid, Xavier Dolan. En sevdiğim yazar ise Elif Hümeyra Aydın.

4 Ocak 2021 Pazartesi

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MURAT ÇETİNKAYA"

 

                                                                   


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

 1986 doğumluyum. Lisans eğitimimi İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema bölümünde tamamladım. Bitirme filmim ve ertesi yıl yaptığım ikinci kısa filmimden sonra senaryo yazımı aşamasında yönetmenlik aşamasından daha fazla zorlandığımı gördüm ve kendimi senaryo alanında geliştirmek için İngiltere’de London Film School’da Senaryo Yazımı alanında yüksek lisans yaptım. Sonrasında akademiye devam ettim. Hem Medya Çalışmaları hem de sinema alanında doktora öğrencisiyim. Akademik formasyonumun bana önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bir sinemacı olarak sinemayı kavrayışımın güçlenmesinin yanında, çevrelendiğimiz gerçekliğe yönelik algım berraklaştı. 2019’dan beri üniversitelerin sinema bölümlerinde öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Sinema öğretmeyi seviyorum. Aklımdaki filmleri yaparken aynı anda sinema eğitmenliği yapmaya devam etmek istiyorum.

 Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz, bu yola giriş sebebiniz neydi?

 İlk iki kısa filmimi yaparken kısa film benim için uzun metrajlı film yapmaya hazırlık anlamına geliyordu. Kısa filmin özgünlüğünü henüz yeteri kadar keşfetmemiştim. Kısa filme şu anda duyduğum kadar saygı duymuyordum ve kısa film üzerine şimdiki kadar fazla düşünmüyordum. İkinci kısa filmim Asker’i yaptıktan sonra kısa filme yönelik kavrayışım güçlendi. Kısa film izlemekten de yazmaktan da eskisinden daha fazla keyif alıyorum. -Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda? Henüz uzun metrajlı film yönetmediğim için bu konuda kesin gözlemlerim olamadı. Uzun metraj çekmiş olsam, kesin bir şekilde “kısa film çekmiş olmak uzun metraj çekerken işimi kolaylaştırdı” gibi cümleler kurabilirdim ama bunu şu anda yapamıyorum. Ancak, üç kısa film yönetmiş olmamın yönetmenliğe yönelik kavrayışımı geliştirdiğini söyleyebilirim. Uzun metrajlı film çekme şansı bulursam bu olgunluktan yararlanacağımı hissediyorum. Kısa film yönetmek, yönetmenliğin tüm unsurlarını içeriyor. Bu nedenle, uzun metrajlı film için kolları sıvamadan önce kısa film / filmler çekmenin bir yönetmen için çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Sanırım şunu da hesaba katmak lazım: Uzun metrajlı bir film yapmak yıllara yayılan bir süreç. Senaryo yazımı, doğru yapımcıyı bulmak, finansman bulmak için platformlarda yarışmak, yeni destek başvuruları yapmak, ret almak ve gelecek başvuru döneminde tekrar başvurmak derken, projenizin gerçekleşmesinin söz konusu olması bile uzun zaman alabiliyor. Bu aşamalarda kısa filmler üretmek bir yönetmenin yönetmen olarak aktif kalmasını da sağlıyor. “Ben artık kısa film yapmam, uzuna odaklanacağım” dedikten sonra yıllarca uzun metraj çekemediği için motivasyonunu yitiren, özgüvenini kaybeden, pasifleşip sektördeki bağlantıları zayıflayan insanlar tanıyorum. Kısa film üretmek bu duruma düşmeyi engelliyor sanırım. Üstelik, yaptığınız her iyi kısa filmle birlikte bir yönetmen olarak daha ciddiye alınıyorsunuz. 

Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? 

Kendimi kısa film yönetmeni olarak tanımlıyorum. Kısa film izlemek ve kısa film üzerine düşünmek benim rutinim. Dördüncü kısa film projemi gerçekleştirmek istiyorum. Ulusal ve uluslararası üst düzey kısa filmleri takip ediyorum. Bunun yanında, öğretim görevlisi olarak kısa film yapım dersi veriyorum. Benim için sinematik seviyesi yüksek kısa film üretimi yapmak sinemacı olmak anlamına geliyor. Sinemacı olmak için uzun metrajlı film üretimi yapmanın kesin koşul olduğu kanısına katılmıyorum.

                                                                


Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz? Türkiye’de kısa film üretimi artıyor ve kısa filmlerin seviyesi yükseliyor. İki açıdan da 2000’li yılların başlarına kıyasla çok daha iyi durumdayız. Bildiğim kadarıyla 20 - 25 yıl önce festivaller kısa film seçkisi oluşturmakta bile zorlanıyorlardı. Sayı giderek arttı, kalite de. Şu anda her yıl yetenekli yönetmenlerden oldukça iyi kısa filmler izliyoruz ve her yıl Türkiye yapımı filmler uluslararası alanda prestijli festivallere kabul ediliyor. Kendi jenerasyonumdaki yönetmenler arasında beni heyecanlandıranların sayısı az değil. 5 – 10 yıl içinde onların iyi uzun metrajlı filmlerini de izleyeceğimizi düşünüyorum. Bu yönetmenler kısa film yaparak olgunlaştılar. Gözlemlediğim kadarıyla kısa film yönetmenleri, nitelikli 8 - 10 festival ve kısa filme değer veren sinema yazarları arasında verimli bir etkileşim var. Sinemamızda kısa filmi şu anki seviyesine gelmesi bu etkileşim sayesinde oldu. İFSAK, Hilmi Etikan ve Yıldız Etikan öncülüğündeki İstanbul Kısa Film Festivali, Zeynep Ünal, Mithat Alam Film Merkezi, Altyazı dergisi, İzmir Kısa Film Festivali, Selim Evci öncülüğündeki Akbank Kısa Film Festivali, İstanbul Film Festivali’nin kısa film kategorisinin oluşturulduğu yıldan geçen yıla kadar ön jüri olarak görev yapan Serdar Kökçeoğlu, Ankara Film Festivali kısa film kategorisi direktörlüğünü 8 - 9 yıl boyunca üstlenip şu anda Engelsiz Filmler Festivali’nin direktörlüğünü yapan Kıvanç Yalçıner ve Ezgi Yalınalp gibi kısa film gurularının yıllardır kısa filme saygı gösterip, kısa filmin ciddiye alınır hale gelmesinde, eleştirel ilgiye değer görülmesinde, kısa film eleştirisinin ve değerlendirilmesinin kurumsallaşmasında çok büyük emekleri ve katkıları var. Yani aslında kısa filmin kurumsallaşması, profesyonel bir alan haline gelmesi için uygun zemin var Türkiye’de. Bu zemini daha iyi değerlendirmek, sinematik kimliklerini, özgün seslerini bulmakta olan kısa film yönetmenlerinin yükselişlerini sürdürüp iz bırakan sinemacılar olma yoluna girmelerini sağlamak adına, bahsettiğim kişi ve kurumların ve onlar gibilerin kısa filme daha fazla destek olabilmeleri için uygun ortam oluşturulmalı. Bu insanlar hala festival bütçesi oluşturmak için kişisel çabalarıyla uğraşıp durmalarına gerek kalmadan imkanlar önlerine sunulmalı. Devlet tarafından onlara “kısa film için ne yapabiliriz?” sorusu sorulmalı ve önerdikleri projeler değerlendirilmeli. Daha kısa anlatmak gerekirse, bu kişilerin kısa filmi daha da yükseltmesi için onlara destek olunmalı. Çok değerli bir kısa film üstadının bana şunu söylediğini hatırlıyorum: “30 yıl oldu ama hala her yıl biyografi yazıp bütçe için başvuru yapıyorum. Oysa bana sorulmalı “bir isteğiniz var mı? Size nasıl destek olabiliriz? Nasıl projeler üretebiliriz?...” Bu kişinin bu sözleri beni etkilemişti.

  Ek olarak, kısa film festivalleri daha ciddi planlamalar yapmalılar. Maddi desteklerin artması ve daha iyi planlanması gerekiyor sanırım. Festivaller dahilinde kısa film yapım bütçesi sunan Forum kategorilerinin sayısı artıyor. Bu olumlu bir gelişme ama sayı hala az ve sunulan bütçeler düşük. Belki de her festivalin Forum kategorisi olmalı. Bu konu bir kenara, kısa film festivalleri kısa film yönetmenlerine daha fazla destek olmak, hem de kısa filme duyulan saygıyı artırmak için seçkilerine aldıkları kısa filmlerin yönetmenlerine küçük de olsa bir telif ücreti ödemeliler. Bildiğim kadarıyla bunu şu anda sadece 2 festival yapıyor. O da oldukça düşük bir telif ücreti.

 Kısa filmin sinema profesyoneli olmayan izleyici düzeyinde keşfedilmesi ve popülerleşmesi, kısa filmin de profesyonelce üretilmiş, üst düzey bir iş olduğunun halk tarafından anlaşılması çok önemli bir konu ama bunun için ne yapmak lazım pek bilmiyorum. Blue TV ve Akbank Kısa Film YouTube kanalı bir süredir festivallerde dikkat çekmiş iyi kısa filmlerin gösterimine başladı. Benim de yarıştığım 8. Malatya Film Festivali uzun metrajlı filmlerden önce seçkideki bir kısa filmi gösteriyordu. Bu sayede, o uzun metrajlı filmi izlemeye gelen tüm salon kısa filmi de izliyordu. Bu gelişmeleri seyircinin kısa filmi keşfetmesi adına değerli buluyorum. Bu gibi girişimlerin sayısı artmalı. 

“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

 Dünya genelindeki tabloyu çok da iyi bilmiyorum ama ülkemizden çok farklı olmadığını düşündürten şeyler görüyorum. Kısa film bütçesi bulmak Avrupa’da da çok zor. Kısa film satışları Avrupa’da da çok düşük ücretlere gerçekleşiyor hatta orada da burada da bir kısa filmin satışı yok denecek kadar ender gerçekleşen bir şey. Amerika’yı ve Uzak Doğu’yu pek bilmiyorum. Uluslararası saygın festivallerde gördüğüm kısa filmler, oralarda kısa film üretiminin ülkemize kıyasla daha profesyonel bir çalışma şekli ile gerçekleştiğini gösteriyor. Ülkemizde kısa filmler çoğunlukla yönetmenin ve güvendiği birkaç ekip arkadaşının kısıtlı zaman ve koşullar altında gönüllü çalışması ile gerçekleşiyor. Belki de filmler daha uzun zamanda, daha detaylı ve titiz tasarlanarak, daha yüksek bütçelerle ve daha profesyonel uzmanlarla iş birliği içinde üretilmeli.

 - Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor? Sizin öykü çalışmalarınız da var. Ayrıca Senaryo yazımı üzerine eğitiminizde aldınız. Yazım sürecinizi anlatır mısınız?

 İlk kısa filmimin çok sevdiğim bir öykünün uyarlamasıydı. İkinci ve üçüncü kısa filmlerimdeyse çok farklı olarak mekandan yola çıktım. Asker’in de Sonsuz’un da hikayelerinin zihnimde çakmasını sağlayan anlar etkileyici bir mekan gördüğüm anlardı. Bu mekanlar beni harekete geçirdi ve bu mekanlarda geçen hikayeler yazdım. Asker’de de Sonsuz’da da geniş boşluklarda yalnız kulübeler gördüm ve zihnimde hikayeler başladı. İmgeden, mekandan yola çıkmanın bana sağladığı avantaj ve verdiği keyif, filmi yazmaya görsel düşünerek başlamamı sağlamış olması. Asker’i de Sonsuz’u da ilk andan itibaren atmosferi, karakter – mekan ilişkisini hayal ederek hatta görerek yazdım. Kısa film çalışmalarımın yanında uzun metrajlı filmler ve bir internet dizisi geliştiriyorum. Uzun metrajın ve kısa metrajın yazım süreçleri ve teknikleri tabii ki pek çok açıdan birbirinden çok farklı. Ortak noktaları, ikisinin de çok fazla acı ve mutluluk veriyor olmaları! Kısa da olsa uzun da olsa yazmak benim için çok sancılı bir aşama. Yazdığım bir sinopsisin ya da sahnenin beni bir şekilde heyecanlandırmadığını hissettiğim anda ortada bir sorun olduğunu düşünüp yazmayı bırakıyorum. Emin değilim ama sanırım yazmak büyük ölçüde tutku ve heyecanınızı ayakta tutabilmekle ilgili. Zihnimi internet ve telefon ekranı ile kirletmeden hikayemin dünyasına mümkün olduğunca fazla gömülüp orada yazdıklarımla heyecanlanabiliyorsam iyi bir şeyler yazdığıma karar veriyorum. 

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu? 

Önceliğim oyuncunun iyi bir oyuncu olması ve rol için heyecan duyması. Heyecan duymuyorsa iyi oyuncu da olsa ortaya verimli bir iş birliği çıkmıyor. Asker’de Kaya Akkaya, Sonsuz’da Serhat Kılıç ve Bülent Çolak canlandıracakları karakterler için gerçekten heyecanlıydılar. Emin değilim ama bu heyecan belki de iyi oyuncu olmaktan bile daha önemlidir. Konu kısa film olunca kariyeri yüksek oyuncuların heyecan duyması bazen zor olabiliyor. Bazıları senaryoyu isteksiz bir halde okuyup senaryo üzerine pek de düşünmeden sevimsiz bir tonda “Filmin için benden daha uygun biriyle çalışmalısın” gibi tuhaf cevaplar verip gidiyorlar. Bazen de senaryo üzerine biraz ukalaca ders veriyorlar. Sonsuz’un antagonisti için görüştüğüm ilk oyuncu Sonsuz’un senaryosunu okuyup “bu daha önce çokça yazılmış bir hikaye” gibi sözler söylemişti. Ben de cevap olarak “bu filmi özel kılan biçimi olacak” cevabını vermiştim ama kendisi hayal ettiğim biçimi merak bile etmedi. Kariyeri yüksek oyuncularla görüşürken bazen böyle şeyler olabiliyor. Pek üzerinde durmayıp, gerekli dersi çıkarıp hikaye için heyecan duyacak oyuncuyu bulmak gerekiyor. Sonsuz’da iyi ki bana ders veren o oyuncu rolü kabul etmemiş çünkü sonrasında o karakter için Bülent Çolak karşıma çıktı ve filmi anlayıp “çok ilginç bir film olabilir” diyerek beni dikkate aldı. Hem filmi ve karakteri anlamak için hem de işime hakim olup olmadığımı ölçmek için benimle karakter ve hikaye üzerine sürekli konuştu. İyi oyuncularla çalışmak istiyorsanız karşılarına iyi hazırlanıp, projenize çok hakim bir görüntü sergilemeniz gerekiyor. Bülent Çolak da, Kaya Akkaya da, Serhat Kılıç da ilk görüşmelerde filme dair nitelikli sorular sorarak işime hakimiyetimi ölçmüşlerdi. Benimle çalıştıklarına göre herhalde ikna edici bir görüntü sergileyebildim. 

Yeni projeleriniz var mı?

Yeni bir kısa film projem var. Senaryosu tamamlandı. Kaynak yaratmaya çalışıyorum. Bunun yanında uzun metrajlı film hikayelerim ve bir internet dizisi projem var. Bunlar tretman aşamasında. İnsan aklındaki tüm filmleri gerçekleştirmek istiyor ama kolay değil. Film yapma fırsatı bulmak zor ve fırsat bulduktan sonra gerçekleştirmek de oldukça uzun bir süreç.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler? 

Etkilendiğim yönetmenlerden aklıma ilk gelenler Kieslowski, Metin Erksan, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Angelopulos, Lynn Ramsey, Coen Kardeşler, Andrea Arnold, Yılmaz Güney, Godard, Kiarostami ve birkaç yönetmen daha. Türkiye sineması 90’lar kuşağının tamamı çok değerli. Sinema öğrenmeye başladığımız ilk yıllarda auteur sinemanın ne olduğunu onların filmlerini izleyerek anlamaya başladık. Etkilendiğim yazarlar arasından aklıma ilk gelenler ise: Yaşar Kemal, Tolstoy, Çetin Altan, Victor Hugo, Aziz Nesin, Ernest Hemingway, Thomas Bernhard, Charles Baudelaire, Yusuf Atılgan, Charles Dickens, James Russell Lowell, Boris Vian, Walter Benjamin.