pera müzesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pera müzesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2018 Pazartesi

Boğaz’ın Serin Suları


                                                              



Çok zor uyuyordu geceleri. Ne yaparsa yapsın hiçbiri sıkıntısına deva olmuyordu. Çoğu zaman Kuruçeşme’deki yalının salonunda sabahlıyordu. Havanın güzel olduğu akşamlarda ise üstüne ince bir battaniye alıp bahçede bekliyordu güneşin doğmasını.
Zaman zaman yaşamında daha fazlasını yapabileceğini düşünüyordu. Bazen yaptıklarıyla gurur  duyuyor, bazen yaptıklarını Boğaz’ın derinliklerine atmak istiyordu. Hayalleri vardı. Paris sokaklarının en aranılan ressamı olmayı düşlemişti ama olmamıştı.
 O gece yine atölyesine giderken buldu kendini. İki metre boyundaki tuvalini kafasını rahatlatmak için boyamaya başladı. Her fırça vuruşunda tabloda beliren figür kendisine daha çok benziyordu. Ama  bu figür daha yaşlanmış ve kamburu ortaya çıkmıştı. Fransa’da kaldığı yıllarda bütün kızların baktığı adam bu hale mi gelmişti? Yüzünü batıya dönük çizmişti. Yüzü batıya dönük bir derviş olmuştu. Mekânı düşündü, mekânları düşündü.  Bu derviş  görevler üstlenmişti anlaşılan. Bulunduğu yerde ona göre olmalıydı. Bursa’daki Yeşil Cami’nin 2. katı geldi gözünün önüne. Ne yazıyordu kapının üzerinde? “Kalbin şifası sevgiliye yakın olmaktır.” Figür ve mekân belli olmuştu. Şimdi sıra ayrıntılardaydı. Yerlere kaplumbağalar çizdi. Gözlerini hayvanlara umutsuzca dikmişti, geleceği umutsuzca beklediği gibi.
Eline ney, sırtına nakkare aldı kaplumbağaları eğitmek için. Boynuna da tahta sopa astı gerektiğinde onları cezalandırmak için.  Ney ve nakkare ile kaplumbağaları eğitecekti ama onların kulakları yoktu.  Bu ağır kanlı hayvanların da öğrenmeye niyetleri yoktu zaten, bazıları ona sırtını dönüp uzaklara gitmeye başlamıştı bile.
Kendi hayatını özetlemişti gün doğmaya başlarken. Batılılaştırmaya çalıştığı muhafazakâr bir toplumda eğitici rolü ile zaten iğne ile kuyu kazıyordu.  Resminin karşısına geçti.’Kaplumbağa Terbiyecisi’ dedi. Nerede çalışırdı acaba kaplumbağa terbiyecisi olarak? Sirklerde mi, yoksa saray bahçesinde mi?
Osman Hamdi’de hayatı boyunca kimsenin bilmediği işler yapmıştı. Ressam olmuştu, sonra müze müdürü, arkeolog ve Güzel Sanatlar Akademisi Müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden farkı yoktu aslında.
                                                                                                                        Ömür Bayramoğlu                                                 

1 Ocak 2018 Pazartesi

BANA BAK!

                           
                                                             
                                               
                                   

                “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, çağdaş sanat alanında dünyanın önemli koleksiyonlarından birine sahip olan “la Caixa” Vakfı işbirliği ile Bana Bak! “la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar sergisini ülkemiz sanatseverleriyle buluşturuyor. Küratörlüğünü  Nimfa Bisbe Molin’in üstelendiği sergi, son derece insani ancak psikanaliz, psikiyatri ve felsefe bağlamında  bir o kadar da gizemli ve karmaşık bir alan olan portre sanatı ile kimlik ve temsiliyet sorunsalına, aralarında Basquiat, Boltanski, Nauman, Sherman, Muñoz, Wearing ve Tàpies gibi isimlerin de yer aldığı dünyaca ünlü 22 sanatçının, resimden fotoğrafa, heykelden videoya uzanan geniş bir yelpazede üretilmiş 30’u aşkın ilginç yapıtı üzerinden yeni ışıklar tutuyor.
Sergide “la Claixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan seçilerek bir araya getirilen eserler, toplumsal bir ayna gibi bakışlarımıza karşılık veriyor. Bu aynada, ezelden beri kafamızı kurcalayan sorular sorarken buluyoruz kendimizi: Bunlar da kim? Onlar hakkında ne düşünüyorum? Ben kimim? Onlar benim hakkımda neler düşünüyor?
Bakışların, izleyiciyi gözlem yapmaya davet etmek, aynı zamanda bu toplumsal aynada, yani portrede yansımasını sağlamak maksadıyla bir araya geldiği bir kavşak olarak tasarlanmış sergi ve Bana Bak! başlığı altında “la Caixa” Koleksiyonu’na ait resim, fotoğraf, heykel, video çalışmalarından oluşan bir seçki aracılığıyla çağdaş sanat içindeki portre türünü inceliyor. Sanatçıların öznelliği ve zamanımızın farklı insan kimliklerini ele almak üzere kullandığı çeşitli temsil stratejilerini ortaya koyuyor. Koleksiyon otuz yılda günümüz toplumuna ait bilinci artırmak ve eleştirel bir bakış sunmak üzere çağdaş sanat yapıtları arasından derlenmiş. 
Sergi, portreyi ele almak üzere, farklı ilgi alanlarını ve biçimleri birbirinden ayıran dört tematik bölümden oluşuyor.
Sahnelenen Duygular; Gözler ruhun aynasıdır derler. En mahrem düşüncelerimiz gözlerimizden okunur; sahici ya da sahte, kendiliğinden ya da denetlenmiş tüm duygularımız gözlerimize yansır. Tarih boyunca sanatçılar duygularımızı öylesine incelikli bir şekilde sınıflandırdılar ki şimdi her birinin kendine ait bir görsel tarifi var. Fotoğraf ve video, içebakışa yönelik ilginin yerine, insan ifadesinin bir yapıntısı olarak imgenin büyüleyiciliğini koyarak portre deneyiminde değişimin önünü açtı. Benzer bir şekilde, şimdilerde gündelik hayat bizi farklı toplumsal roller benimsemeye sevk ederek simulakrum’u (doğası gereği yan yana gelemez olduğu düşünülen iki ayrı şeyin birarada durabilir olmasında kendini gösterir) teşvik ediyor. Bu durum, Roni Horn ve Esther Ferrer gibi sanatçıları, çoğul kimlikli çağdaş öznelerin metaforu olarak geniş bir duygu dağarcığını aynı yüzde canlandırmaya yönlendiriyor.
Kimliğe İlişkin Uzlaşımlar; Bu başlık altında yer alan çalışmalar, toplumsal cinsiyet ve ırka ilişkin kültürel uzlaşımları sorguluyor. Portrecilikte kullanılan teknik yelpazesini ve bireyleri toplumsal olarak tanımlayan sembolleri gözler önüne seriyor. Bu yapıtların çoğu, tıpkı daimi değişimde kök salmış çağdaş dünyamız gibi, sabit ve önceden belirlenmiş bir şey olmaktan çıkarak akışkan ve muğlak bir hal alan kimliğin ve temsilin karmaşık yapılarını ele alıyor.
Maskeler ve Diğer Kurmacalar; Maskeler yüz hatlarını eşsiz ve özgül imgelerde sabitler. Bu noktadan hareketle bütün portrelerin birer maske olduğu sonucuna varabiliriz. Aradaki fark, maskelerin kişisel özellikleri silerek yüzleri arketiplere indirgemesidir. Maskeler, yüzü gizleyerek ona taşıyabileceği yeni bir imaj sunar. Bazen bu, teşvik edilen ve toplumsal olarak kabul edilen yegâne imajdır.
Yüzün Hafızası; Portrecilik antik  zamanlardan beri hafızayla ilintili olmuştur.  Bu sanata yapılan erken dönemli göndermelerden biri Plinius’un Korintli kız ve nişanlısı hakkındaki hikâyesinde yer alır – hikâyede, genç kız uzun bir deniz yolculuğuna çıkmaya hazırlanan nişanlısının duvara yansıyan gölgesini ana hatlarıyla resmeder. Portre, bir imge tarafından temsil edilen bir geçmişi kaydeder ve onaylar. Bu imge de, karşılığında bir kimlik yaratır ve onu zamanın akışına ve bedensel hafıza yitimine karşı korur. Birer hatıra olarak hayatlarına başlayan başlayan portreler zaman içinde bu ilkel anlamlarını yerinden eden ve ortadan kaldıran yeni bir gerçeklik yaratırlar.

Sergide yer alan sanatçılar arasında arasında Janine Antoni, Eduardo Arroyo, Juan Navarro Baldeweg, Jean-Michel Basquiat, Christian Boltanski, Rineke Dijkstra, Marlene Dumas, Esther Ferrer, Günther Förg, Curro González, Stefan Hablützel, Roni Horn, Sharon Lockhart, Pedro Mora, Vik Muniz, Óscar Muñoz, Bruce Nauman, Carlos Pazos, Cindy Sherman, Antoni Tàpies, Gillian Wearing, Sue Williams bulunuyor.
Sergi 4 Mart 2018 tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Porte resmi, bir karakterin imgesini yaratmak ve bu imgeyi toplumun geri kalanından ayrıştırmak için kullanılmış, portresi yapılan kişiye sadakat ve benzerlik, her zaman bu sanatın temelini oluşturmuştur. Portrelerin nihai amacı ise resmi yapılan kişinin kimliğini yansıtmaktır. Ve sanat üretiminin hiç de kolay olmadığını anladığımız yer tam da burasıdır: resim yapmak, fotoğraf çekmek, veya kara kalem resim yapmak, bir kişiliği yeniden üretmek veya ifşa etmek değil, bir imge yaratmaktır. Bugünlerde sürekli olarak kendi fotoğraflarımızı çekiyoruz, Roland Barthes'in sözlerini özetleyerek söylemek gerekirse, bir kameranın lensine baktığımızda bir başkasıymışız gibi davranıyoruz. Popüler söylemde “Kamera yalan söylemez” şeklinde bir deyiş vardır, ancak hepimiz portrelerin aslında bir kişiliğin temsilini yaparken bir miktar kurmaca içerdiğini biliriz. Portreler, portre resminin tanımını genişleterek ulaşmıştır günümüze. Yeni sanat eserleri, yeni kavramlar, teknikler ve diller aracılığıyla, insanlık durumunun imgelerini yaratmak ve kimlik ve onun toplumsal anlamlarının karmaşıklığını incelemek için çeşitli olasılıklar olduğunu gösterir bize.
                                                           

Rineke Dijkstra’nın Voldenpark, Amsterdam, 12 Mayıs 2006, isimli fotoğrafı, farklı şehirlerin parklarındaki çocuk ve gençlerin portrelerinden oluşan Park Portreleri serisine ait. Bu son derece dengeli kompozisyonda, genç bir erkek rahat bir şekilde karşımızda oturur; ancak bu uyum izleyicide bir tür huzursuzluk yaratır. Bu temsildeki sadelik yanıltıcıdır. Çünkü herkes bilir ki, doğallık diye bir şey yoktur, yalnızca katışıksız yapıntılar vardır. Baktığımız genç adam figürü, en ince ayrıntılarına kadar tasarlanmış bir kompozisyonda çerçevenin içine kapatılmıştır. Klasik bir portre niteliğinde olan figür geleneksel manzara resminin içine yerleşerek yeni bir bağlam yaratır. Modelin talepkar bakışı, tıpkı Hollanda resimlerindeki gibi izleyiciyi gözleriyle takip eder.
                                                              

Eduardo Arroyo, Ressam, 1975, Zımpara kağıdından kolaj,Eduardo Arroyo, üretken kariyenin başlarında 1960’larda ortaya çıkan yeni figürasyona yakın bir stil benimsedi. Portreciliği bir düzmece olarak tanımlar. Sanatçıın külliyatında hem tarihi şahsiyetlerin hem de hayali karakterlerin resmedildiği pek çok portre yer alır. Bu takım elbise ve şapkalı adam portresini zımpara kağıdı parçalarını kesip yapıştırarak kabatma bir figür elde etmiştir. Karakterin yüzü, renkli kağıt parçalarından yapılma bir mozaiğin ardında gizlenmiştir. Yapıt, sanatçının mesleğiyle ilgili kişiel fikirlerini ifade etmek için 1960’larda yaptığı Kör Ressamlar serisine aittir: Bu mesleği icra edenler eninde sonunda boya ve renklerden kör olurlar.

*Sergi kataloğu kaynak olarak kullanılmıştır.

2017 yılının öne çıkan 10 sergisi


2017'de galeri, müze ve çeşitli sergi mekanlarında düzenlenen yerli ve yabancı sanatçıların katılımıyla pek çok sergi açıldı ve sanatseverler tarafından ilgiyle izlendi. Aşağıdaki değerlendirme öncelikli olarak müzeler ve daha önce sitede (www.yenicikanlar.com) ayrıntılı yayınlanan sergi yazıları baz alınarak yapılmıştır.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, 15. Kuruluş yıldönümüne  denk gelen 2017 yılında önemli ve öne çıkan sergilere ev sahipliği yaptı. 2017’ye, bu topraklardan yetişen, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yaşamış  bir sanatçı olan Feyhaman Duran’ın “İki Dünya Arasında” sergisiyle başlayarak  sanatseverlere  hem sanatçıyı hem de ülkemizin geçmişini yakından tanıma fırsatı sağladı. Eserlerinde ve hayatında gelenekle olan sıkı bağ açıkça görülebilen Feyhaman Duran, ilk kez bu kadar ayrıntılı bir sergiye konu oldu. 11.1.2017 – 13.8.2017 tarihleri arasında Emirgan’daki müzenin iki katında 1000’i aşkın eseri, eşi Güzin Duran’la yaşadıkları ev ve atölyelerinden eşyaları ile bugünü anlamanın yollarını da gösterdiği için izleyiciler tarafından ilgi ile karşılandı. Sezonun 2. sergisi olarak çağdaş sanatın günümüzdeki en önemli isimlerinden Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin Türkiye’deki ilk kişisel sergisi “Porselene Dair” 100’ü aşkın eseriyle 12 Eylül tarihinde açıldı. 28 Ocak 2018 tarihine kadar devam edecek olan sergi sanatçının, günümüz dünyasıyla ilgili mesajlarını geleneksel Çin el sanatları ile izleyiciye aktarması ile 2017 yılının önemli  sergilerinden biri oldu.  Ai Weiwei, kuşağının önde gelen kültür figürlerinden biridir, çalışmalarının derin sanatsal ve toplumsal etkisiyle tanınır. Geniş kapsamlı kariyeri olan sanatçının sanat yaşamı boyunca dünyayı algılamak ve yorumlamakta sunduğu yollar sanatseverler tarafından büyük ilgi gördü. 

                                                                          


“Ayçekirdekleri” yerleştirmesi, Ai Weiwei’i çağdaş sanat tartışmalarının ön saflarına çekmiş, zamanımızın en tanınmış sanatçılarından biri haline getirmiştir.  Yerleştirme, sanatçının yapıtlarındaki sahicilik, bireyin toplumdaki rolü, kültürel ve iktisadi alışverişin jeopolitiği gibi yenilenen temaları da açımlar. Yapıt, Mao Zedong’u güneş, yurttaşları da ona doğru dönmüş ayçekirdekleri olarak betimleyen Çin Kültür Devrimi propaganda posterlerini de hatırlatır. Jingdezhen’deki hünerli zanaatkârlarca tek tek biçimlendirilen ve elle boyanan bu benzersiz çekirdekler, toplum imgesine uygun olma baskısı ile bireyin özgürlüğü arasındaki gerilimi de çağrıştırır.
-Arter,  2 Haziran – 13 Ağustos tarihleri arasında John Berger’in “Görme Biçimleri” eserinden yola çıkarak küratörlüğünü Sam Bardaouil ve Till Felrath’ın M.Ö. 1000’den günümüze kadar uzanan 33 sanatçının resim, heykel, fotoğraf, fotoğraftan ses, film ve yerleştirme 70 eserin yer aldığı esere ev sahipliği yaptığı  segi sanatseverler tarafından ilgi ile izlendi.  Sergilenen yapıtların herbiri yeni bir gerçekliğin belirmeye başlaması için bizi ikinci kez bakmaya çağırdı ve yapıtların büyük bir kısmı taşımakta oldukları sanat tarihsel referansların eleştirisini de sundu. 
Bu serginin ardında yine Arter’de, küratörlüğünü Nazlı Gürlek’in üstlendiği Canan’ın “Kaf Dağı’nın Ardında” sergisi sanatseverlerle buluştu. 12 Eylül’de açılan sergi 24 Aralık’a kadar devam edecek. Sergiye paralel “Kaf Dağı Konuşmaları” adı altında konuşma dizileri de gerçekleştirildi. Canan’ın 20 yılı aşkın sanat üretiminde daha önce sergilenmemiş erken dönem işleriyle, bu sergi için ürettiği yedi yeni iş üç ana bölüm olarak  -Cennet, Araf ve Cehennem-  mekanın üç katında yoğun ilgi izlendi. 
                                       
                   
Serginin giriş katında “Cennet” teması ile karşılaşan izleyiciler, mekâna özel olarak üretilen ve Arter’in İstiklal’e açılan cephesinde  yer alan masallarda olabilecek türden hayvanlar ve yaratıkların bir araya gelerek oluşturduğu bir  masal diyarı “Hayvanlar Alemi” yerleştirmesi ile  buluştu. Parlak ve renkli kumaşlarla kaplı anka kuşu, ejderha, yılan ve çeşitli yaratıklar İstiklal sokaklarında gölgeler olarak da karşımıza çıktı. İyi/kötü, ışık/gölge, içsel/dışsal, gerçeklik/hayal, aydınlık/karanlık gibi ikiliklere dayanan ve insan ruhunun bastırılmış öğelerini ele alan sergi 2017 yılının ilgi ile izlenen sergilerinden biri oldu.  
-Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Merkezi ANAMED Çatalhöyük Araştırma Projesi’nin 25. Yılını “Bir Kazı Hikayesi:Çatalhöyük” sergisiyle kutladı. 25 Ekim’e kadar sürecek sergi yoğun ilgi sebebiyle sanatçı, Refik Anadol’un sergi kapsamında ürettiği medya enstelasyonunun dahil edilmesiyle 14 Ocak 2018’e kadar uzatıldı. Unesco Dünya Kültür Mirası listsindeki Çatalhöyük’te yürütülen bilimsel çalışmaların üç boyutlu modelleme buluntuları yeniden canlandırma, kazı alanlarının lazer taraması ve VR(sanal gerçeklik) teknolojisiyle Çatalhöyük binalarının deneyimlenmesi gibi interaktif sergi yöntemleri ile 9 bin yıllık tarihe sahip yerleşmeyi odağına alarak arkeolojik çalışmaların bilinmeyen yanlarını  sanat ve arkeoloji meraklılarıyla buluşturmaya devam ediyor.

“Kapı Çalana Açılır”,  sergisiyle Abdülmecid Efendi Köşkü, Melih Fereli ve Karoly Aliotti küratörlüğünde  15. İstanbul Bienali süresince (28 Eylül-12 Kasım2017) Ömer Koç Koleksiyonu’ndan bir seçkiye ev sahipliği yaptı. Sergideki yapıtlar insan ve hayvan, canlı ve ölü, canavar ve melek, hareket ve durağanlık arasındaki ilişkilere odaklandırılmıştı ve bu ikiliklerin bir denge hali içinde buluşmalarının mümkün olup olmadığını sorguladı. Sergi izleyicileri bir tür tanıklık etmeye davet etti; gördüklerimizden bir mânâ çıkarmaya. Sadece bu sergi için haftanın iki günü ziyarete açılan Abdülmecid Efendi Köşkü, sanatseverlerin yoğun ilgisiyle karşılaşınca ziyaret günü 4’e çıkarıldı. Son haftalarda kapısında giriş için uzun kuyruklar oluşan sergi İstanbul’da 2017’de öne çıkan ve süpriz sergilerden biri oldu. 
                                                              

Daphne Wright’ın sırt üstü devrilmiş  Aygır’ı sanki dermanını yitirmiş, ayağa kalkacak hali kalmamış gibidir. Sanat tarihinde güçlü, cesur ve gösterişli bir hayvan olarak çağrıştırdığı anlamların aksine, bu heykel kaçınılmaz bir ölümün eşiğindedir. Aygır’ın devasa cüssesi heykeli ceset ve ölüm gibi çağrışımlara demirlerken, yukarı dikilmiş ve boşlukta çırpınan bacakları hem zarif bir devinim hem de ızdırap hissi uyandırır.
28 Ocak- 4 Haziran tarihleri arasında İstanbul Modern’de gerçekleştirilen “Liman” sergisi,coğrafi bir konum olmanın ötesinde, toplumal ve ekonomik bir etkileşim alanı olarak liman bölgelerini görsel sanatlar yansımalarıyla araştırarak, “liman” kavramının sembolik ve metaforik açılımları da yer verdi. İstanbul kentinin deniz ve limanlarla ilişkisini vurgulayan “Liman”, 19.yüzyıldan günümüze Türkiye sanatında deniz kenarında ve liman çevrelerinde gelişen kültürel ve toplumsal hayatı mercek altına aldı. 30 Mayıs- 30 Temmuz tarihleri arasında İstanbul Modern’in Kısa Süreli Sergiler Alanı’nda “Fahrelnissa Zeid İstanbul Modern Koleksiyonu’ndan Bir Seçki” ile  Zeid’in Tate Modern Londra’da 13 Haziran- 8 Ekim 2017 tarihleri arasında gösterimde olan retrospektifine sekiz parçayı ödünç veren İstanbul Modern, yine kendi koleksiyonundan oluşturduğu seçkiyi müze ziyaretçileriyle buluşturdu.  

Pera Müzesi 25.05-06.08.2017 tarihleri arasında Kosta Rika’nın önemli hekeltıraşlarından José Sancho’yu müzenin 3. katında, George Orwell’in 1984 romanında kullandığı “Çiftdüşün” kavramına göndermeyle isim bulan sergiyi müzenin 4-5 katlarında ağırladı.Sancho, sanat tarihçisi ve eleştirmen Maria Enriqueta Guardia Yglesias küratörlüğündeki “Erotik Doğa” sergisinde hayvan ve figür temalarına odaklanmıştı. Hayvan ve bitki heykellerini doğal ortamlarında ve doğayla diyalog halinde tasavvur eden sanatçının eserleri sanatseverler tarafından ilgi ile karşılandı. 

14 Aralık 2017 Perşembe

Louıs Khan’a Yeni/den Bakış

                                                        Louıs Khan’a Yeni/den Bakış
                                       Cemal Emden’in Fotoğrafları- Çizimler ve Resimler

                                            


Pera Müzesi, 7 Aralık 2017 – 4 Mart 2018 tarihleri arasında küratörlüğünü mimar N. Müge Cengizkan’ın, tasarımını Bülent Erkmen’in üstlendiği, mimar ve fotoğraf sanatçısı Cengiz Emden’in belgelediği, 20. yüzyıl dünya mimarlığının önemli isimlerinden Amerikalı mimar, düşünür ve sanatçı  Kahn’ın yapıtlarına ve sanatsal çalışmalarına odaklanıyor. Sergi, Kahn’ın tüm yaşamını geçirdiği, çalıştığı ve eğitmenlik yaptığı Pensilvanya’nın yanı sıra Dakka ve Ahmedabad’da bulunan mimari yapıtlarına ait çizim ve fotoğraflar ile Avrupa seyahatlerinde gerçekleştirdiği karakalem, pastel ve suluboya ile ürettiği eskizleri bir araya getiriyor. “”Işıkla tektonik”, “Yeri kurmak”, “Programı yoğurmak” temaları çerçevesinde kurulan sergi kapsamında, bir dönem  Amerika’da öğrencisi olmuş Orta Doğu Teknik Üniversitesi kökenli mimar-eğitimcilerin deneyim ve düşüncelerini paylaştıkları kısa filmler ile Kahn’ın yazdığı veya Kahn üzerine yazılan kitaplardan bir seçki de sunuluyor.
Mimar ve fotoğrafçı Cemal Emden, Kahn’ın tüm yaşamını geçirdiği, çalıştığı ve eğitmenlik yaptığı Pensilvanya’dan, Dakka ve Ahmedabad’a önemli yapı ve yerleşkeleri, Kahn yapılarına yeniden ve yeni bir gözle bakmak için fotoğrafladı. Sergi, Kahn’ın yapılarına yeniden bakan fotoğrafı merkezine alıyor ve sanatseverlere sunıyor.
Louis Kahn ismi 20. Yüzyıl dünya mimarlığının önemli aktörleriye birlikte anılan, ancak üretimi ve söylemini kategorize etmesi görece zor bir mimar, düşünür, sanatçı, bir  “mimarlık gurusu”. Amerika’da 1950’ler ile 1970’ler arasında sürdürdüğü görece “geç parlayan erken yaşta biten” mimarlık kariyeri, ardında yoğun ve etkili bir miras bırakır. Mimari yapıtlarında, kendine özgü deyişlerinde ve resimlerinde, amansız biçimde başlangıçların, ebedi gerçeklerin ölçülebilen ve ölçülemeyen değerlerin, yani kendi sözleriyle ışık ve sessizliğin izlerini sürer. Mimarlık ürünleri kadar karakalem ve suluboya ağırlıklı resim ve eskizleri de kaydadeğer bir bütün oluşturur.
                                                   

Kahn, 1901 yılında, tüm yaşamını geçireceği, âşık olacağı ve yaşama veda edeceği Philadelphia’dan uzakta, Rusya’nın Pärnu kentinde Yahudi bir aileye doğar. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika’ya göç ederler. Pensilvanya Üniversitesi, Güzel Sanatlar  Okulu’nu üstün başarı ödülü ile 1924’te tamamlar. 1950’lerde Kahn mimarlığının kırılma noktası Trenton Hamamı oluştursa da, kendisine uluslararası tanınırlık kazandıracak olan  Alfred Newton Richards Tıbbi Araştırmalar Binası’dır. Ahmedabad’dan Philadelphia’ya dönerken, New York Tren İstasyonu’nda geçirdiği kalp krizi sonucu 1974 yılında hayatını kaybeder. Yaşama veda ederken ardında üç çocuk ve 50’li yaşlarında geç başlayan, kısa ama verimli mimarlık üretiminin en aktif döneminde kaybının yarattığı hüzün kalır.
Kahn, zamanın ötesinde bir mimarlık arayışında, yapılarının içinde yaşayanları olduğu kadar ışığı, strüktürü, malzemeyi de onurlandırması gerektiğine inanır. “Neredeyse konuşan” çizimleri onun zihnine bir yolculuğa izin verir. Kahn iyi bir mimar olduğu kadar iyi bir eğitimcidir, birinin diğerinden bir adım öne çıkmadığı söylenir.
                                                 


Sergiye eşlik eden, editörlüğünü N. Müge Cengizkan’ın, tasarımını Bülent Erkmen’in yaptığı katalog, N.Müge Cengizkan, Jale Erzen, Ahmet Gülgönen, Gönül Aslanoğlu Evyapan, Neslihan Dostoğlu, Cengiz Yetken, Yıldırım Yavuz, Orhan Özgüner’in makalelerinin yanı sıra, Kahn’ın Türkçe’ye ilk kez çevrilen kült metinlerinden “Sessizlik ve Işık”, “Oda, Sokak ve İnsanlığın Uzlaşısı” ve “ Mimarlıkta Kanun ve Kural”ı içeriyor.

Sergi 4 Mart 2018 tarihine kadar ziyaret edilebilir. 

20 Ağustos 2017 Pazar

José Sancho “Erotik Doğa” Sergisi



Kosta Rika’nın en önemli heykeltıraşlarından olan José Sancho, Pera Müzesi’nde, sanat tarihçisi ve eleştirmen Maria Enriqueta Guardia Yglesias küratörlüğündeki “Erotik Doğa” sergisinde hayvan ve figür temalarına odaklanmış.

Picasso, Brancusi gibi sanatçılardan  ilham almışsa da soyuta fazla yönelmeyen sanatçı, doğduğu topraklardaki Hispanik ve Kolomb öncesi sanattan etkilenip bu etkiyi yeni bir okumayla, kopyalamadan, yaratıcı içgüdüyle, gerçeği kendi doğrultusunda dönüştürerek sunmuş. Doğadan esinlendiği eserlerini yerleştirdiği mekanlar ile sürekli diyalog halinde olan José Sancho’nun eserleri bu sayede mekana kök salmış olarak yorumlanmış. 

Hayvan veya bitki heykellerini doğal ortamlarında ve doğayla diyalog halinde tasavvur eden sanatçının  heykellerinde çiftler, annelik, anne ile yavru arasındaki bağ, bazende bu ikisi tek bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Annelik sanatçının ilgisini çeken bir temadır ve bu da neden sık sık gebe gövdeler yaptığını açıklar. 

Eserlerinde erkek-dişi ikiliğini de gördüğümüz sanatçı, aynı anda hem bütünleyici hem de çelişik olarak algılanan zıtlara duyduğu ilgiyi vurguluyor: “Onlar yüz yüze gelmiş Hermes ve Afrodit’tir.”   
   
Ahşap, granit, mermer, bronz, demir levha ve buluntu nesneler gibi pek çok malzeme ve kullandığı  tekniklerle şaşırtıcı çalışmalar ortaya çıkaran sanatçının eserlerindeki  kaide, figürün ayrılmaz bir parçasıdır. Yarattığı kadın gövdelerinin şehvetli niteliğini gizlemek yerine ön plana çıkarır ve saydam etkiler yaratır. Cilalı ve neredeyse saydam yüzeye uyguladığı işlemle, malzemeyi bambaşka bir esere dönüştürür. Bazı eserleri ilginç bir ikilik yaratır; figür bir bütün olarak yaprağa benzese de dişilik organı olarak da yorumlanabilir. 

18 Nisan 1935’te, Kosta Rika, Puntaneras’ta dünyaya gelen José Sancho, İktisat Bölümü’nden mezun olur. Resim ve heykele olan ilgisi 1970’lerin başında profesyonel ilişkiye dönüşür ve 1974’te heykeli seçerek aralarında ayrılmaz bir bağ kurulur. Anıtsal heykelleri Kosta Rika’nın kamusal alanlarında sergilenen sanatçı, Escazu şehrindeki aynı zamanda evi olan atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.

Küratör Yglesias’ın, köklerini doğadan alırken aynı zamanda evrensel bir dil kullanan ve “yüzyıllar boyunca tekrarlanan temalar onun yaratıcılığı sayesinde yepyeni bir anlam kazanır” dediği José Sancho’nun eserleri 6 Ağustos 2017 tarihine kadar Pera Müzesi’nde gezilebilir.