14 Ağustos 2022 Pazar

HAFTANIN RESMİ "WİND FROM THE SEA"


 

1940 yılında New Jersey’de doğan Edward Gordon resimlerindeki inanılmaz ayrıntı nedeniyle fazla eser üretemiyor.  Gordon’un eserlerini fotoğraf gibi formları bunalıklaştırmadan kesinlik ve inanılmaz ayrıntı kullanarak yapıyor.

Pencereden süzülen ışığı ve iç mekandaki objeleri ve gölgeleri, renkleri izleyiciye hissettirecek, fikir verecek kadar iyi veren Gordon’un eserlerinde okyanusun kokusu alıp sesini de duyabilirsiniz.

“Wind  From The Sea” , 32x25

Resmin içinde sağda duvarda Johannes Vermeer’in tablosu “The Astronomer”

8 Mayıs 2022 Pazar

HAFTANIN RESMİ "HAYAT HÂLÂ LİMONLU, PORTAKALLI ve BİR GÜL" Francisco de Zurbaran

 
                       1633, tuval üzerine yağlıboya, 62.2x109.5 cm, Norton Simon Müzesi, ABD

İspanyol sanatçı Zurbaran (1598-1664) azizileri resmettiği tablolarıyla ünlüdür ama bilinen tek natürmort çalışması olan bu eserde sanatçının başyapıtları arasında değerlendirilir. Tabloda, bakan kişiye nesnelere dokunma hissi veren gerçekçilik hakimdir. Nesnelere bakarken kusursuz görünen düzende ileyiciyi içine almaktadır. 

Resimeki yalınlık ve tevazunun dinsel semboller taşıdığı, özellikle Bakire Meryem'e göndermede bulunduğu yorumlarını yol açmıştır. Bu açıdan bakıldığında da poratkal çiçeklerinin bekareti, suyla dolu fincanın saflığı, gülün de Meryem'i sembolize ettiği düşünülmüş. 

29 Mart 2022 Salı

BOTTER APARTMANI

19. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan Art Nouveau akımının İstanbul'daki ilk örneklerinden olan Beyoğlu'ndaki Botter Binası İtalyan mimar  Raimondo D'Aronco'ya  II. Abdulhamit'in  terzisi ve aynı zamanda modacı olan Jean Botter’in oturması ve moda evi açması için 1900 yılında yaptırılmış.

                                                


                                                            

19. yüzyılın sonlarında Hollanda’dan İstanbul’a gelen Jean Botter, yedi katlı apartmanın zemin katında hem Türkiye’deki ilk modaevi olan Botter Modaevi’ni işletmiş, hem de üst katlarında ailesi ile birlikte yaşamına devam etmiş. Botter Apartmanı, daha çok Avrupa’da rastlanan aynı binada hem işyeri hem konut bulunması uygulamasının gerçekleştiği İstanbul’daki ilk yapıdır.

                                                               


 Padişah 2. Abdülhamit modaya düşkün olunca terzisi Jan Botter’i yurt dışından getirtir. Jan Botter Hollanda’da Kralın terzisidir.

Bir rivayete göre Sultan Abdülhamit 25 yaşında amcası Abdülaziz’le çıktığı Avrupa seyahatinde Fransa’da gördüğü beyaz gelinliği çok beğenir. Bundan 30 yıl sonra 1898’de kızının düğününde  beyaz gelinlik dikim görevi de terzi Botter'e verilir. 

                                                                      


  İtalyan mimarı Raimondo D’aranco’ya arnuvo (Art-Nouveau) tarzında bir bina tasarlatır. Ünlü mimarda 16 yıl saray mimarlığı yapmış.

Dökme demir kullanılarak inşa edilen binanın dış cephesinde taş kaplama kullanılmış. Cephede kullanılan her bir taş yapı D’Aronco tarafından ayrı ayrı çizilmiş. Medusa başları ve nişler içinde yer alan dallar ve dalların arasında yer alan gül motifleri ile göz kamaştıran cephe ve asimetrik bir giriş ve simetrik devam eden iç tasarımıyla tam bir art nouveau örneğidir. Vitrayından asansör detaylarına, cephe süslemesinden giriş kapısına, ferforjelerinden merdiven korkuluklarına bütüncül yapı Beyoğlu'nda bütün görkemi ile yerini almıştır. 

                                             


 Dönemin dablumbazlarına ilk örneklerden biri de  mutfakta yerini almıştır. Mutfak aslında binanın büyüklüğünü düşününce küçüktür. Bununda sebebi olarak Botter saray terzisidir ve saray çalışanları saray dışında yaşasalar dahi yemekleri saray mutfağından gelirmiş. 



Üst katlarda yalıtım malzemesi olarak Pera'da yaşayan insanların hayatlarını anlatan dönemin magazin haberlerini yazan gazeteler kullanılmış. 

                                                   

                      

                                                     


                       Şöminede, aydınlatma araçları da  bire bir döneminin özelliklerini yansıtmaktadır. 


 

                               Asansörde İstanbul'daki asansörlü binaların ilk örneklerindendir. 
 

 Beyoğlu’nun, kaderine terk edilmiş sembol yapılarından tarihi Botter Apartmanı’nda İBB  restorasyon başlattı.  Restorasyon sonunda  bina CASA Botter adıyla tasarım ve sanat merkezi olarak hizmet verecek. 

6 Mart 2022 Pazar

Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı

 

                                         

                                                            

                                                                  Şükran Aziz (1949–2019) 

Ben-Sen-Onlar, 1993–1996, Ahşap üzerine folyo kesim yazı, 25 plaka; her biri 33 x 33 cm, Fuat Yalın Koleksiyonu

 Çiğdem Simavi hâmiliğinde ve ÜNLÜ & Co sponsorluğunda düzenlenen ve Sergisi Deniz Artun’un küratörlüğünde gerçekleştirilen  “Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı”  sergisi yaklaşık 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerinden bir seçkiye yer veriyor.

Ben-Sen-Onlar, ismini Şükran Aziz’in sergideki bir eserinden alıyor. Sergi, çoğunluğu “ben”leşememiş ve dolayısıyla sanat tarihi tarafından kaydedilmemiş kadınları tek tek fark etmenin yanı sıra, kolektif bir “biz”in oluşabilme koşullarını da araştırıyor. Aynı zamanda Meşher bu sergi ile, Türkiye’den çağdaş sanatçı kadınları köklerini keşfetmeye davet ediyor.

                                                     

                                                          Hale Asaf (1905–1938),  

            Fırçalı Natürmort, Duralit üzerine yağlıboya,50,5 x 37,5 cm, Alpaslan Aktuğ Koleksiyonu

  Ben-Sen-Onlar bir isimden, gruptan, kurumdan diğerine çekilmiş düz çizgilerin dışında kalan bütün kadınların ve eserlerin anıldığı ve anlatıldığı bir “başka” zamana işaret ediyor. Böylece sergiyle, kadınlara kendilerinin kahraman oldukları bir “yüzyıl” armağan ediliyor.

Ben-Sen-Onlar, sanatçı kadınlara atölyelerinin ve daha çok da evlerinin dışında bir görünürlük kazandırmak üzere başlatılan bir araştırma. Öte yandan, yaklaşık olarak belirlenen 1850–1950 yılları arasında yaşamış̧ ve çalışmış̧ bütün kadınları bulmak ve listelemek kaygısı taşımıyor. Aksine, çok daha fazlasını keşfetmeye davet ediyor.

                                                            


Neşe Aybey (1930–2015)

                    Manolyalı Kız, Kâğıt üzerine guaş, 31 x 24 cm,  Murat Aybey Koleksiyonu

 Ben-Sen-Onlar sergisinin hamiliğini üstlenen Çiğdem Simavi, yola çıkış amacını şöyle ifade ediyor: “Her zaman kadın emeğine, gücüne, dayanışmasına ve birleştiriciliğine inanan bir kadın oldum. Türkiye’nin sanatçı kadınlarını tüm dünyaya anlatmak, tanıtmak ve çoğunu içine sıkıştıkları gölgelerden çekip çıkararak gün ışığına kavuşturmak en büyük hayalimdi. Ülkemin kültürü ve sanatına olan hayranlığımın temelindeki sessiz kahramanların her zaman kadınlar olduğu bilinciyle, bu hayalimin peşinden gittim.”

 Serginin sponsorluğunu üstlenen ÜNLÜ & Co’nun yönetim kurulu üyesi Şebnem Kalyoncuoğlu Ünlü de şunları söylüyor: “ÜNLÜ & Co olarak her zaman kadının gücünü ön plana çıkaracak çalışmalar yürütüyoruz. Yirmi beşinci yılımızı kutladığımız bu özel yılda da Türkiye’den sanatçı kadınlarının yüzyıllık emeğini ortaya çıkaran böyle bir sergiye sponsor olmak bizler için gurur verici. Ben-Sen-Onlar sergisi, sanat tarihinin gözden kaçırdığı ya da ihmal ettiği sanatçı kadınların fark edilmesi ve görünür kılınması için önemli bir kilometre taşı olacak.”

                                                       


   
Yıldız Moran (1932–1995)
Yankı, 1952, Norah Caussen ve Yıldız Moran’ın yansıması Londra,80 x 80 cm,Ed. 6+1 A.E,.Yıldız Moran Arşivi

 Küratör Deniz Artun, Ben-Sen-Onlar sergisinin kapsamını belirlerken, Türkiye’de çağdaş sanatçı kadınların varlığının köksüz olduğunun altını çiziyor. Ancak Ben-Sen-Onlar sergisi bu tarihi yazmak iddiasında değil. Aksine yazılacak tarihin bir değil pek çok olduğunu hatırlıyor ve hatırlatıyor. Sergi, her bir kadının hatta her bir eserin alternatif tarihler kurabileceği “biz”e bir çağrı.

 Ben-Sen-Onlar, Meşher binasının üç katına yayılıyor. Giriş katı “Ben”, aynada kendi mütevazı varlıkları ile karşılaşan şöhretsiz kadınlara odaklanıyor. Serginin farklı köşelerine yerleştirilen aynalar, tek bir kadının birkaç yüzünü yakalamaya çalışıyor. Kadınların, tarihten kendi kendilerini sildikleri, adlarının üzerini bile bile karaladıkları da oluyor. Dolayısıyla ayna, bazen de, eskiz aşamasında terk edilmiş eserleri ya da kariyerleri bir dev aynasına yansıtmaya ve onları “büyütmeye” yarıyor.

 Birinci kat “Sen”, yumuşak ve birleştirici olan öteki ile karşılaşmaları anlatıyor. Öncelikli “sen” olarak çocukları çağırıyor. Portrelerin ve otoportrelerin çoğu, anne olmanın ya da olmamanın deneyimi ve öznellik, aile olmanın tanımı ve şefkat, sanatçı olmanın gücü ve ölümsüzlük hakkında düşünmek üzere davet ediliyor. Ayrıca “sen”, anneliğin idealindeki kutsallık ile çıplaklığın ideasındaki tenselliği karşı karşıya yerleştiriyor.

                                          

                                          Iraida Barry (1899–1980)

           Yeşil Kadın, Alçı,  26 x 28 x 18 cm,  Doğan Paksoy Koleksiyonu

 İkinci kat “Onlar”, kadınlara başkalarının gözünden bakıyor. Çiçek, özellikle vazoda olduğunda, başkaları tarafından kadınlara yakıştırılan sıfatları taşıyor: duygusal, kırılgan, amatör ruhlu, sıradan, domestik ve dekoratif. Pek çok sanatçı kadın, kendisinden güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği için, ancak vazoda çiçekler boyayarak resim yapabiliyor. Sergiye, hiçbir öncelik gözetilmeden, neredeyse kendiliğinden saçılan çiçekler, şematik aile ağacının, çizgisel bir sanat tarihinin de alternatifini temsil ediyor.

 SANATÇILAR                                                                                                        

Sergide Yer Alan Sanatçılar: Naile Akıncı, Nükhet Aksoy, Maide Arel, Hale Asaf, Perran Berrünnisa Atamdemir, Jülide Atılmaz, Can Ayan, Neşe Aybey, Şükran Aziz, Hatice Şahiye Barlas, Iraida Barry, Behice Nuri, Saime Belir, Belkıs Mustafa, Lerzan Bengisu, Sabiha Bengütaş, Nimet Berdan, Aliye Berger, Semiha Berksoy, Mevhibe Meziyet Beyat, Deniz Bilgin, Zerrin Bölükbaşı, Zabelle C. Boyajian, Sabiha Bozcalı, Halet Çambel, Refia Edren Çiray, Nevin Çokay, Hamiye Çolakoğlu, Gül Derman, Didar Tahsin, Şükriye Dikmen, Tiraje Dikmen, Güzin Duran, Ayhan Dürrüoğlu, Afife Ecevit, Nazlı (Emin) Ecevit, Efruz Cemil, Melahat Ekinci, Esma Ekiz, Emine Semiyye Hilmi, Selma Emiroğlu, Özden Akbaşoğlu Ergökçen, Nebahat Erkekli, Mari Ertoran (Kaloyan), Semiha Es, Esma İbret Hanım, Eren Eyüboğlu, Fatma Saime Cenap, Seniye Fenmen, Sühendan Fırat, Bilge Friedlaender, Lina Gabuzzi, Filiz Özgüven Galatalı, Ruzin Gerçin, Mari Gerekmezyan, Vildan Gizer, Nevide Gökaydın, Beyza Gönensay, Bedia Güleryüz, Hatice Süleyman, Hayriye Nuri, Seta Hidiş, Sara Farhi Huntzinger, Selime Işıtan, Mürşide İçmeli, Nasip İyem, Naciye İzbul, Sare İsmet Kabaağaçlı, İvon Karsan, Gencay Kasapçı, Nevzat Kasman, Sevim Kent, Türkan Kıran, Sabahat Kırlı, Füreya Koral, Hakkiye Koral, Emel Korutürk, Melike Abasıyanık Kurtiç, Müreccel Küçükaksoy, Harika Lifij, Mihri Rasim (Müşfik), Yıldız Moran, Muhterem Ömer, Muide Esad, Müfide Kadri, Nedime Ahmet, Nevin Edhem, Nimet Raif, Nüveyre Faik, Maryam Özacul (Özcilyan), Necla Özbay Özdemir, Rahime Yusuf Ziyaeddin, Rana Salih, Ruhiye, Safiye, Kristin Saleri, Mukaddes (Erol) Saran, Bedia Sarıkaya, Leyla Gamsız Sarptürk, Melek Celal Sofu, Harika Söylemezoğlu, İvi Stangali, Virginia Stolzenberg, Emel Şahinkaya, Maryam Şahinyan, Nasra Şimmeshindi, Şükûfe İbrahim, Tâciser Salih Şâkir, Cahide Tamer, Leman Tantuğ, Zekavet Bayer Taş, Frumet Tektaş, Celile Uğuraldım, Melahat Üren, Mary Adelaide Walker, Fahrelnissa Zeid, Elisa Pante Zonaro

 

Meşher’in üç katında gerçekleşen sergide, 117 sanatçıdan 232 eser yer alıyor. Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı, 27 Mart 2022 tarihine kadar İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de izlenebilir.

22 Şubat 2022 Salı

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "CEYHUN SEVİLMİŞ"

 

                                                          



 -Öncelikle merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?

Merhaba ben Ceyhun Sevilmiş. Alaylı bir oyuncuyum. 15 yıl önce Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları ile tiyatro yapmaya başladım. Aslen Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği okumama rağmen okul bittikten sonra mesleğimi hiç yapmadım çeşitli tiyatrolarda, dizilerde kamera önünde ve kamera arkasında çalıştım. Şu an pandemiden de kaynaklı olarak daha çok kamera arkasında çalışmaktayım, Ağırlıklı olarak reklam filmi senaryosu yazıyorum ve görsel animasyonlar tasarlıyorum.

-Rol aldığınız kısa filmlerde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi? Kısa filmlerde oyuncu olarak, o filmde rol almanızı etkileyecek unsurlar neler? Kısa filmlerin oyuncu açısından uzun metrajdan bir farkı var mı?

Kısa filmler, çoğunlukla maddi anlamda uzun metraj film olanaklarına sahip olmadığı için genellikle kişisel ilişkiler ve tanışıklık ile ilerliyor. Bu durum aynı zamanda oyuncuların maddi odaklı olmasından ziyade performans odaklı olmalarına da dolaylı olarak katkı sağlıyor. Ben dahil kısa filmlerde rol alan pek çok arkadaşım kısa filmleri bu sebeple kendilerini geliştirmek ve daha çeşitli roller denemek için bir fırsat olarak görmekteyiz. Bu nedenle rolün oyuncuya tanıdığı alan, senaryonun yaratıcılığı pek tabi ki önemli bir etken oluyor.

-“Kısa Film Söyleşileri” serisini hazırlarken yönetmenlere ortak olarak yönelttiğim sorulardan biri de “oyuncu seçimlerinde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu, idi. Siz ne düşünüyorsunuz kısa film senaryoları gelince?

Aslında reklam filmi, uzun metraj film veya kısa film olmasının durumu çok değiştirdiğini düşünmüyorum. Hepsi aynı derecede özen ve çalışma gerektiriyor. Demin de dediğim gibi fiziksel şartlarından ötürü kısa filmler çoğunlukla "deneme alanı" olarak görülüyor, oysa her sanat eseri temelde bir düşünceyi ifade ediyor, bu düşünceyi ne kadar öz ve ne kadar yalın anlatabilirseniz eser bence o kadar etkili oluyor. Üzülerek söyleyebilirim ki "kısa" olduğu için özensiz yazılmış çokça senaryo gördüm. Oysa durum bunun tam tersi, bir derdi uzun uzun anlatmaktansa daha yalın ve etkileyici anlatabilmek daha çok meziyet istiyor. Bu nedenle oynamadığım kısa film sayısı oynadığım kısa film sayısından daha fazla.

                                                    


-Oyuncu olarak kısa film çekimleri sırasında yaşadığınız zorluklar oluyor mu?

Kısa filmler amatör olduğu için değil, ben çoğunlukla amatör kısa filmlerde rol aldığım için yaşadığım en büyük zorluğun fiziksel imkansızlıklar olduğunu söyleyebilirim. Örnek vermem gerekirse çekim yapılacak bir dış mekân için izin alınamamasından dolayı, sahneyi hızlı bitirmek amacıyla hızlı hızlı, az tekrarlı oynamak yaşadığım zorlukların en başında geliyor :) Ancak yıllarca amatör tiyatro yapan birisi olarak bu zorlukları genellikle çekici buluyorum. Kişisel olarak fiziksel imkanları yeterli, profesyonel setlerde daha çok zorlandığımı söyleyebilirim.

-Türkiye’de ve dünyada kısa filme bakışı oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'de kısa filmleri çoğunlukla öğrencilerin çektiğine şahit olduğumuz için sanki sektör profesyonelleri bu alana daha az ilgi duyuyormuş gibi bir hava olduğunu hepimiz seziyoruzdur. Öte yandan yurt dışında dünya çapında üne sahip onlarca kısa film festivali olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle yurt dışında kısa filmlere sanki daha çok önem veriliyormuş diyebiliriz ama burada bilgi eksikliğim olduğunu da söylemem gerekiyor. Belki yurt dışında da kısa filmlerle amatör olarak ilgilenenlerin sayısı çok daha fazla ama biz sadece ünlü festivalleri bildiğimiz için yurt dışında kısa filmlere daha çok önem veriliyor zannediyoruz. Bu durumdan çok emin olamamakla birlikte, sanki kısa filmler dünyada Türkiye'de ciddiye alındığından daha çok ciddiye alınıyor gibi geliyor.

-Türkiye’de kısa film bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak değerlendirilebiliyor. Oyuncular açısından da böyle bir değerlendirme söz konusu olabilir mi?

Kesinlikle. Aslında yukarıda söylediklerimin hepsi kısa filmlerin bir amaç olmasından ziyade araç olarak algılanması sonucunu doğuruyor. Pek çok oyuncu için kısa filmler bir eserden ziyade uzun metraj filmler için audution görevi görüyor. Ülke şartlarında bu ne yazık ki doğal bir sonuç, oyunculuk bir meslek ve her meslek gibi maddi karşılığının alınması gerekiyor. Burada konu sağlanan şartlarla ilgili, uzun metraj filmlerin getirdiği maddi kazanç ve tanınırlık daha fazla olduğu sürece kısa filmler ne kadar güzel olursa olsun bir basamak olarak algılanmaya sanırım devam edecek.

 

11 Şubat 2022 Cuma

PETER VİLHELM IISTED "İÇERİSİ"

                              
                   "İnterior" , 1896, 70.5x 75 cm, Tuval üzerine yağlıboya, d'Orsay Müzesi, Paris

Seyrekçe konumlandırılmış eşyalar pencereden süzülen yoğun güneş ışığıyla hafifçe aydınlatılmıştır.  Bağırmayan  renklerle odanın sadeliği güçlendirmiştir. Az eşya ve sadelik kompozisyona katkıda bulunmuştur. Kız vitrine sakince testi koyup işlerine devam edecektir. Bu huzur dolu dinginliği  iddialı hiçbir unsur bozmaz. 

Hafif ışıklarla aydınlanan iç mekanların resmedilmesine odaklanan Peter Vilhelm ,"Kopenhag İç Mekanlar Ekolü"ndendir ve yapıtlarında kadın figürü genelde önemli rol oynar. 

1861-19933 yıllarında Danimarka'da yaşamış ressamların önemli isimlerindendir.  Yapıtları Kopenhag'daki yaşam ifade eder.  Sessizlik, düzen, huzur resimlerinin temel konularındandır:


13 Ocak 2022 Perşembe

CARAVAGGİO "NARCİSSUS"

                                             110 x 92 cm,  Roma Ulusal Antik Sanatlar Müzesi

                        Caravaggio‘nun 1597’de başlayıp iki senede bitirdiği eseri “Narcissus“,


Narkissos, Yunan mitolojisinde suya yansıyan suretine âşık olup, aşkından ölerek nergise dönüşen bir gencin öyküsüdür

Liriope, nehir kıyılarında yetişen çiçeksiz çiçeğin adıdır ve  Roma mitine göre güzel bir su perisi olan Liriope'nin adından gelir. Güzel Liripoe, rüzgar tanrısı Cephisus‘a aşık olur ve aşkı karşılık bulur. Çift, birlikte olunca Liripoe hamile kalır ve Narcissus doğar. Küçük oğlanın kaderi, annesini endişelendirir ve tek oğlunun geleceğini öğrenmek için kör bir kahine gider. Kahin, Narcissus’un kendisini görmediği takdirde yaşamını sürdürebileceğini söyler.  Bunun ne anlama geldiği, ancak Narcissus kendini nehirde gördüğünde  anlaşılacaktır.

Kendini nehirde gördüğünde gördüğü güzelliğe hayran olan Narcissus‘un yavaş yavaş hareketsiz kalan bedeni, Nergis Çiçeği'ne dönüşür.

Narkissos’un Rönesans’tan sonraki dönemlerde görsel sanatlara daha farklı şekillerde yansımıştır. Caravaggio, Poussin, Moreau, Waterhouse, Turner, Dalí, Kusama gibi birçok sanatçı tarafından ele alınmış ve farklı şekillerde tasvir edilmiştir.

 Caravaggio'nun eserinde Narcissus‘un su birikintisinde yansıyan görüntüsüne hayranlıkla baktığını görürüz. İki eliyle destek alarak sudaki yansımaya bakan bu açık kahverengi başlı genç çocuk, 17 – 20 yaş erkek figürlerinin ideal görüntüsüdür.ve ünlü Romalı şair Ovidius tarafından anlatılan bir mitin bir yansımasıdır. Mit o zamana dek hiç bu şekilde ele alınıp tasvir edilmemiştir. Çünkü Caravaggio, tuval yüzeyini dolduracak şekilde görüntüsünü yansıtır. Resimde Narcissus, suya yansıyan sureti ile bir daire oluşturacak şekilde iki figürün birbiriyle kucaklaşarak bütünleşen şeklinde tasvir edilmiştir. Hafif yana eğilmiş bir şekilde sudaki suretine bakarken iki kolu üzerine yaslanmış duruşuyla hüzünlü ve melankolik hava yaratır.

 Figür tablo içerisinde o kadar baskındır ki daha önce gördüğümüz örneklerinde ve mitin geçtiği düşünülen doğa ile ilgili herhangi bir mekân betimlenmemiştir.